Yazmak: Bir Direniş Biçimi Olarak Sessizlik

Yazmak: Bir Direniş Biçimi Olarak Sessizlik

Yayınlanma Tarihi : Google News
Yazmak: Bir Direniş Biçimi Olarak Sessizlik

Yazmak: Bir Direniş Biçimi Olarak Sessizlik

Merhaba sevgili okur kişisi,
Bugün kelimelerin en sessiz, ama en güçlü hâlinden konuşmak istiyorum seninle: Yazmak.
Ama öyle sosyal medyaya üç satır not düşmekten, “günün sözü” paylaşmaktan bahsetmiyorum.
Benim bahsettiğim şey, içimizde birikenlerin sessizce kâğıda sızması.
Bir direniş biçimi olarak, sustuğumuz yerden konuşmak.

Yani yazmak, aslında sessizliğin en yüksek sesi.


Yazmak, Konuşmamanın Şekil Değiştirmiş Hali

Bazı insanlar bağırarak anlatır derdini.
Ben yazarak.
Çünkü kelimelerimin içinde yankılanan bir öfke var, ama o öfke susmayı öğrenmiş.
Konuşsan anlamayacak insanlara yazmak, belki de kendini korumanın en zarif yolu.

Bazen dünyayı değil, kendini susturmak gerekir.
Ama o sustuğun yerde bir kelime filizlenir — işte orası yazının doğduğu an.

Yazmak, bir nevi sükûnet içinde patlayan bir çığlık gibidir.
Kimi duyar, kimi duymaz.
Ama senin içinde o yankı kalır.


Yazmak Direnmektir

Her satır, bir başkaldırı aslında.
Dünyaya değil sadece, kendine de.
Çünkü yazarken kendi içindeki karmaşaya “sus artık” deme şansın yok.
O konuşur, sen yazarsın.

Ben bazen düşünüyorum:
Bugün bu kadar gürültülü bir çağda, sessiz kalmak gerçekten bir cesaret işi.
Ama yazmak, o sessizliğe anlam katmanın yolu.
Yani yazmak, bağırmadan haykırmaktır.
Bir tür ruhsal isyan.

Artık her şeyin konuşulduğu, bağırıldığı, paylaşıldığı bir dönemde;
bir insanın kalemini alıp, kimseye göstermeden bir şey yazması kadar asil bir direniş var mı sence?

Bu çağda “görünmez” kalmak, “dikkat çekmemek”, “sessiz yaşamak” bile bir devrim.
İşte o devrim, yazının kalbinde atıyor.


Sessizlik, Bir Cümleden Daha Gürdür

Bazı cümleler var, yazılmamış hâlleriyle daha kuvvetli.
Çünkü bazı duygular, kelimelere sığmaz.
Yazmak, o taşan duygulara sığınacak bir liman bulmaktır.

İnsan bazen “anlatamamak”la yorulur.
İşte o an kalemi eline alırsın,
ve fark etmeden bir satırda bütün dünyayı anlatırsın.

O yüzden diyorum ki:
Sessizlik, her zaman susmak değildir.
Bazen yazmak da sessizliktir — sadece daha anlamlı bir türü.


Yazı, Gürültüden Kaçış Değil; Gürültüyle Hesaplaşmadır

Bazıları “yazı kaçıştır” der.
Ben katılmam.
Bence yazmak, tam tersine, kaçtığın şeyle yüzleşmenin başka bir yoludur.

Kaçamazsın çünkü.
Yazarken, karşında kimse yoktur.
Ama bir yandan da herkes vardır:
çocukluğun, yaraların, özlemlerin, geçmişin, pişmanlıkların…
Hepsi o masanın üstünde toplanır.
Sen kalemi eline alırsın ve kelimelerle hesaplaşmaya başlarsın.

İşte bu yüzden yazmak, benim için bir terapi değil, bir direniştir.
Kendine karşı, sisteme karşı, unutturan her şeye karşı.


Yazmak, Zihnin Sessiz İsyanıdır

Ben bazen düşünüyorum; insan neden yazar?
Şöhret için mi, okunmak için mi, anlaşılmak için mi?
Hayır.
Asıl neden şu:
Yazmak, insanın kendini kurtarma çabasıdır.

Düşün, dünya gürültüyle dolu.
Televizyon bağırıyor, siyasetçi bağırıyor, influencer bağırıyor, hatta marketteki promosyon sesi bile bağırıyor.
Ama bir yerde, bir odada, bir masa başında biri oturuyor ve susarak yazıyor.
İşte o kişi, dünyanın en büyük devrimcisidir.

Çünkü o insan, sessizliğiyle direniyor.
Bağırmadan fark yaratıyor.
Sözle değil, sessiz cümlelerle savaş veriyor.


Zamanın Gürültüsüne Karşı Mürekkep

Her çağın bir gürültüsü vardır.
Bizim çağımızınki “bildirim sesi.”
Telefonun titrediği her an, bir düşünce yarım kalıyor.
Bir kelime bölünüyor.

Ama yazmak, zamanı susturur.
Kalemi eline aldığında, aniden sessizlik iner.
Ne bildirim, ne zil sesi, ne konuşma...
Sadece sen ve kelimeler.
O an, dünya da nefes alır sanki.

Yazmak, zamanla yapılan bir anlaşmadır:
“Sen biraz yavaşla, ben seni anlatayım.”


Yazmak, Unutmaya Karşı Bir Hafıza Direnişi

İnsan unutarak yaşar.
Ama yazarak hatırlar.
Belki de bu yüzden yazıyoruz: unutmamak için.

Bir anıyı, bir duyguyu, bir yüzü...
Yazıya dökünce kalıcı olur.
Ve o kalıcılık, bazen “hayatta kalmanın” en güzel biçimidir.

Bir toplum düşün, sürekli unutmaya mecbur bırakılıyor.
Her gün yeni bir gündem, yeni bir kriz, yeni bir gürültü…
Ama bir yazar, o anı not ediyor.
Sessizce.
İşte orada tarih başlıyor.

Yani yazmak, sadece bireysel bir eylem değil; kolektif bir hafıza inşasıdır.
Her satır, geleceğe gönderilmiş küçük bir mektup gibidir:
“Ben buradaydım.”


Yazmak Bir Sadakattir

Sadakat...
Bugün neredeyse unutulmuş bir kelime.
Ama yazmak, belki de insanın kendine gösterebileceği en büyük sadakattir.

Çünkü yazarken kimseye yaranamazsın.
Okunmak için değil, dayanmak için yazarsın.
Ve bazen yazmak, sadece bir hayatta kalma refleksidir.

Bir kelimeyi kâğıda düşürürsün,
ve o kelime seni düşmekten kurtarır.


Yazmak, Sisteme Karşı Bir Sessiz İsyandır

Bugün her şey metalaşmış durumda.
Duygular bile pazarlanıyor.
Sanat, takipçi sayısına indirgenmiş.
İnsan, “algoritmaya göre” konuşuyor.

Ama sen bir cümle yazdığında,
hiçbir algoritmanın anlamayacağı kadar derin bir şey yapıyorsun.
Çünkü yazı ölçülmez.
Yazı, sayıya sığmaz.
Bir cümle bir hayatı değiştirebilir.

O yüzden diyorum ki:
Yazmak, kapitalizmin ruhsuz hızına karşı bir sessiz başkaldırıdır.
Kelimelerle yavaşlamak, dünyaya meydan okumaktır.


Sessizlik: Yazarın En Değerli Malzemesi

Bir yazar için sessizlik, hava gibi bir şeydir.
Sessizlik olmazsa kelimeler boğulur.

Ben bazen günlerce konuşmam, ama içimde kelimeler dolanır.
Onlar sessizlikle olgunlaşır.
Bir yazı, bazen bir kelimeyle değil, bir suskunlukla başlar.
Çünkü her kelimenin öncesinde bir sessizlik vardır — doğum sancısı gibi.

O sessizlikte insan kendini duyar.
Ve o seste, yazının kalbi atar.


Yazmak, İçsel Bir Dervişlik Hâlidir

Yazmak benim için bir inziva biçimi.
Kalem bir tesbih, defter bir seccade gibi.
Her cümlede biraz arınmak, biraz susmak, biraz direnmek.

Derviş nasıl nefsini susturmak için zikrederse,
yazar da kalemini o yüzden oynatır:
Kendini bulmak için, kendini unutarak.

Yazmak, modern çağın keşmekeşi içinde,
bir tür melamiliktir.
Gösterişsiz, sessiz ama derin bir yolculuk.
Çünkü yazının yolu, dışa değil, içe doğru gider.


Yazının Evreninde Yalnızlık Bir Kusur Değil, Gereklilik

Yalnızlık…
Yazının annesi gibidir.
Yalnız kalmadan yazamazsın.
Ama o yalnızlık, seni zayıflatmaz — güçlendirir.

Benim için yalnızlık, bir eksiklik değil, bir zemin.
Sessizliğin üstünde büyüyen bir ağaç gibi, yazı da yalnızlıkta büyür.
O yüzden kalabalıklar arasında yazmaya çalışan biri,
aslında gürültünün içinde yankısını arıyordur.

Ama yalnız kaldığında,
o yankı susar, sen duyulmaya başlarsın.


Yazmak, Karanlığa Yakılan Mumdur

Dünya bazen çok karanlık gelir insana.
Ama karanlıkta bile bir mum yakmak mümkün: bir cümleyle.
Belki kimse okumayacak, ama o ışık oradadır.

Ben inanıyorum, yazmak sadece okumak için değildir.
Bazen bir cümle, sadece yazanın kalbini aydınlatmak içindir.
Ve o küçük ışık bile karanlığa meydan okumaya yeter.

Yani evet sevgili okur kişisi,
yazmak bir direniş biçimidir,
ama bu direniş bağırarak değil,
sessizce — kelimelerin arasından olur.


Son Söz: Sessizlik Yazının En Gür Hâlidir

Bugün herkes konuşuyor ama kimse dinlemiyor.
Ben dinlemeyi yazıda buldum.
Çünkü yazmak, dinlemenin en saf biçimi.
Kendini, insanı, evreni dinlemek…
Sessizlikte, satır aralarında.

Eğer bir gün sesin duyulmadığını hissedersen,
bağırma, yaz.
Çünkü yazmak, var olduğunu en derin şekilde ilan etmektir.

Ben yazarken konuşmuyorum, ama konuşmaktan daha fazla anlatıyorum.
Çünkü bazen bir sessizlik,
bin cümleden daha etkili olur.

Ve o sessizlik, kâğıda döküldüğünde,
bir direnişin yankısı olur.

begendim
0
Begendim
bayildim
0
Bayildim
komik
0
Komik
begenmedim
0
Begenmedim
uzgunum
0
Uzgunum
sinirlendim
0
Sinirlendim

Yorum Gönder

Yorumlar