Advert
Advert

Tarihte Bugün: 12 Ekim — Çayın Buğusunda Tarih, Sokakta Gerçek

Tarihte Bugün: 12 Ekim — Çayın Buğusunda Tarih, Sokakta Gerçek

Yayınlanma Tarihi : Google News
Tarihte Bugün: 12 Ekim — Çayın Buğusunda Tarih, Sokakta Gerçek

Tarihte Bugün: 12 Ekim — Çayın Buğusunda Tarih, Sokakta Gerçek

Bugün 12 Ekim. Yılın 285. günü (artık yıllarda 286.), yıl bitimine 80 gün kalmış. Takvim yapraklarının çıtırtısıyle yaşıyoruz; bir yandan hayat hızla akıyor, bir yandan tarih “ben buradayım” diye kolumdan çekiştiriyor. Ben de her zamanki gibi bir çay koyup geçmişin defterini açıyorum. Bakalım bu sayfada neler yazılıymış.

Kendime not: Bu yazıda tarihte bugün 12 Ekim, Amerika’nın keşfi, Büyük Kiros, Eğri Kalesi, Salem Cadı Mahkemeleri, Passchendaele, hardal gazı, Atatürk, suni solunum, Seyit Rıza, Atina’nın kurtuluşu, Şekerbank, Vatan Cephesi, Inejiro Asanuma, Meksiko 1968, Ekvator Ginesi, 1969 seçimleri, İzmir grevi, Murat 124, 1980 nüfus sayımı, Kakuei Tanaka, IRA, KGB’nin lağvedilmesi, Müşerref, Aden, Bali saldırısı, Shenzhou 6, Fransa’nın soykırım yasası, TSK–Lübnan, Orhan Pamuk Nobel gibi dönüm taşlarına uğrayacağım; çünkü hikâyenin iplikleri oradan geçiyor.


Keşif dediğin şey, bazen yanılmakla başlar

MÖ 539’da Büyük Kiros Babil’i alırken, haritanın sınırlarını değil, imparatorluk fikrinin kalın çerçevesini çiziyordu. Güç dediğin şey, bir şehri almak kadar onu hangi hikâyeyle anlattığınla da ilgili. Hikâyesi güçlü olan, tarihte uzun yaşar.

1492’de Kristof Kolomb Karayipler’e ulaştı; gönlü Doğu Hint Adalarındaydı ama nasip başka coğrafyaya çıktı. Keşif, çoğu zaman “yanlış kapıyı çalıp doğru insanla tanışmak” gibi bir şey. Bugün bir sokağa “Amerika” yazıyoruz; ama o tabelanın arkasında yerli halkların acısı, kıtanın talanı, yeni dünyanın eski yaraları var. Amerika’nın keşfi dediğimiz şeyin bir yüzü merak, diğer yüzü mülksüzleştirme. Benim için tarih, bu iki yüzü aynı anda görmeye zorlayan bir dürbün.


Afet, patlama, deprem: İnsan kaderi ile barutun kaderi yan yana

1654’te Delft’te barut deposu infilak etti: yüzlerce ölü, binlerce yaralı. Bir şehir, bir anlık yanma hızıyla sınandı. 1856 Girit depremi ise bize doğanın “Ben hâlâ buradayım” diyen tokadını hatırlatıyor. Bugün “Uluslararası Doğal Afetleri Azaltma Günü”nün (2002, BM) 12 Ekim’e denk gelmesi boşuna değil. Afet yönetimi, sadece siren sesi değil; hafızayı diri tutma sanatı. Biz ise çoğu zaman hafızayı unutmaya meyyal bir milletiz; deprem geçer, gündem biter, sonra yine aynı virgülün etrafında döner dururuz.


Büyüden bilime, mahkemeden manşete: Salem’den Ypres’e

1692: Salem Cadı Mahkemeleri resmen bitti. “Cadı” dediğin şey, çoğu zaman iktidarın hoşuna gitmeyen kadın, söz, itiraz… Yüzyıllar sonra hâlâ “cadı avı” sürüyor; sadece etiketi modernleşti, yöntemi rafine oldu.

1917 Passchendaele: hardal gazı ilk kez devreye girdi; bir günde yaklaşık 20.000 asker öldü. İnsanlığın alet çantasına bir kalem daha eklendi: Görünmez zehir. Savaş sahasında kimya, tıbbın değil, ölümün hizmetinde. Oysa 1928’de Boston’da ilk defa suni solunum cihazı bir çocuğun ciğerine umut üflerken, aynı insan aklı başka bir yerde aynı ciğeri yakmanın formülünü arıyordu. İnsanlık böyle bir yer: Karşıtların aynı avuçta durduğu bir dünya.


Cumhuriyet notları: Ordu, isyan, şehir

1925 İzmir: Mustafa Kemal Atatürk, manevraları izleyip “Ordu Türk topraklarını savunmaya hazır” dedi. Cümlenin siyaset teorisi yok; sade, net, yerli yerinde. Bir devletin güvenliği, macera değil, akıl ve hazırlık ister.

1937: Seyit Rıza davası başladı. Tarihin o karanlık sayfasını, bugün tek renge boyamak kolay geliyor bazen. Ama siyah-beyaz fotoğrafların arkasında gri bir hayat var. Benim işim, o griyi görmek; öfkeyle değil, adalet duygusuyla.

1944: Atina’daki Alman işgali sona erdi. Kurtuluş dediğin şey, başka birinin çektiği zincirin sesinin kesilmesi. Sonra sıra kendi sesini bulmaya geliyor. O en zor kısım.


Sanayi, banka, siyaset: Bir ülke kendini nasıl anlatır?

1847’de Siemens AG kuruldu; endüstrinin hızı, elektriğin yani modernin temposu… Bizde 1953, Şekerbank’ın kuruluşu: Kooperatif, üretim, pancarın şekere dönüşmesi… Bazen kalkınma, büyük bir “vizyon belgesi”nden değil, sadece bir fabrikanın bacasından ibarettir.

1958: Adnan MenderesVatan Cephesi” çağrısı yaptı. Siyaset, kalpleri cepheleştirme sanatına evrilince memleket, geniş bir hendek oluyor; herkes birbirine sesleniyor ama kimse kimseyi duymuyor. Tanıdık geldi mi?

1960: Japonya’da Inejiro Asanuma, televizyonda bıçaklanarak öldürüldü. Ekran, sadece eğlence değil; kimi zaman cinayet mahalli. Bugün sosyal medyada görüyoruz: Linç, bazen sözle, bazen gerçek bıçakla gelir.


Bayrak, pist, kürsü: Meksiko 1968 ve Ekvator Ginesi

1968 Meksiko: 19. Yaz Olimpiyatları başladı. Madalya, sadece metal değil; bir ülkenin çocukluğunun üzerine taktığı nişan. Aynı yıl Ekvator Ginesi bağımsızlığını ilan etti. Bağımsızlık, bir ülkenin kendi dilini yeniden keşfetmesi gibi: İlk hecede kekelersin, sonra cümle kurmayı öğrenirsin.


Sandık, grev, direksiyon

1969 seçimleri: Adalet Partisi 256, CHP 143, ardından küçük partiler (Güven 15, Millet 6, MHP 1, Türkiye Birlik 8, Yeni Türkiye 6, TİP 2). Rakamlar eski ama soru yeni: Sandık sonucu, memleketin kalp atışını ne kadar anlatır?

1974 İzmir grevi: Şehrin sokakları çöple doldu; grev, hayatın orta yerine diz çöktürdü. Emek, çoğu zaman kokuyu göze alarak kendini hatırlatır.

1975: Ara seçim dengeleri ve Bursa TOFAŞ’ta 100.000’inci Murat 124. Direksiyona geçip memleket yollarında esen rüzgârın sesi var ya; işte o, kalkınmanın asıl logosu.


1980: Sayım, saygı, suskunluk

Kenan Evren Vehbi Koç’u kabul etti. 11. nüfus sayımı yapıldı: 44.736.957. Sokağa çıkma yasağıyla sayıldık. Rakamlar düz, hayat eğriydi. İstatistiğin, insan yüzünü saklayan bir maske olduğuna o gün daha çok inandım.


Siyaset ve mahkeme: Japonya’dan İrlanda’ya

1983: Kakuei Tanaka rüşvetten 4 yıl aldı. Bir siyasetçinin cebine dökülen paranın sesi, halkın mutfağında çınlar.

1984: IRA, Thatcher’ın kaldığı otele bomba attı; kendisi kurtuldu, 5 kişi öldü. Terör, ideolojinin “haklıyım” bağırışını kana bulayan kısa yolu.


Duvarın ötesi: KGB’nin bitişi ve Pakistan’da bir “sessiz” darbe

1991: KGB lağvedildi. Soğuk Savaş’ın mühendislik harikası kurumlarından biri, tarihin arşivine kaldırıldı. Ama “gözetim” fikri ölmedi; sadece yazılım güncellendi.

1999: Pervez Müşerref Pakistan’da kansız darbeyle geldi. Demokrasinin canı, bazen mermiyle değil, sessiz bir dosyayla alınır.


Ortadoğu’nun dersi: Aden ve Bali

2000 Aden: Bir ABD destroyerinde patlama, 17 asker öldü.
2002 Bali: gece kulübüne bombalı saldırı, 202 ölü, 300+ yaralı. Turizm cenneti bir anlık cehenneme döndü. “Güvenlik” dediğimiz şey, çoğu zaman olaydan sonra gelen bir raporun adı.


İade, yörünge, yasa ve ödül

2004: Metin Kaplan Türkiye’ye getirildi; 13 Ekim’de tutuklandı.
2005: Shenzhou 6 fırlatıldı; 5 gün yörüngede. Çin, uzayın kapısına “ben de varım” yazdı.
2006 Fransa: “Ermeni Soykırımı’nı inkâr suç” sayıldı; tarih, mahkeme salonunun diliyle konuşmaya zorlandı.
Aynı yıl TSK, BM Barış Gücü kapsamında Lübnan’a gitti; siyaset sınırda, asker sahada, diplomasi masada.

Ve 2006: Nobel Edebiyat Ödülü Orhan Pamuk’a verildi. Edebiyat, memleketin canı sıkıldığında nefes aldığı penceredir. Bir yazarın ödülü, hepimize verilen bir hatırlatmadır: Kelime, bazen tanktan güçlüdür.


Doğanlar: Atay’ın cümlesi, Pavarotti’nin sesi, Jackman’ın enerjisi

Oğuz Atay (1934) benim için sadece bir yazar değil, memleketin tutunamayan ruh halinin resmi. Luciano Pavarotti (1935), insan sesinin göğe yürüdüğü anın adı. Hugh Jackman (1968), popüler kültürle yetenek arasındaki köprü.
Listede Ramsay MacDonald, Ralph Vaughan Williams, Aleister Crowley, Edith Stein, Ebru Gündeş, Fettah Can, Young Jeezy, Josh Hutcherson… Her biri 12 Ekim’in takvim yaprağına bir not düşmüş.


Gidenler: Cahit Sıtkı’nın yaşı, Ritchie’nin C’si, Levent Kırca’nın kahkahası

Cahit Sıtkı Tarancı (1956) öldüğünde, Otuz Beş Yaş sadece bir şiir değil, bir aynaydı.
Dennis Ritchie (2011) olmadan, cebimizdeki telefonların, elimizdeki bilgisayarların dili eksik kalırdı; C, Unix, yani temel taşlar.
Levent Kırca (2015) ise kahkahayla eleştirinin nasıl kardeş olduğunu öğretti.
Listede John Denver, René Lacoste, Wilt Chamberlain, Anatole France, Edith Cavell, Fahri Korutürk, Kemal Unakıtan… Her ölüm, takvime düşülmüş kısa, insanlığa yazılmış uzun bir not.


Temalar: Keşif, şiddet, umut

Bugünün teması üç kelime: Keşif, şiddet, umut.
Keşif: Kolomb’un yanlış kapısı, uzayda Shenzhou 6’nın doğru yörüngesi.
Şiddet: Passchendaele’de hardal gazı, Bali’de bomba, Asanuma’nın canlı yayındaki ölümü.
Umut: Suni solunumla bir çocuk nefes alıyor; bir şehir (Atina) özgürlüğe kavuşuyor; bir yazar (Pamuk) kelimenin gücüyle dünyaya sesleniyor.

Benim için tarih, “ne oldu?” kadar “neden oldu?” ve “bugün ne anlama geliyor?” sorusudur. Vatan Cephesi çağrısından bugünün kutuplaşmasına, 1969 seçimlerinden yürürlükteki demokrasi tartışmalarına, Salem’den günümüzün dijital linçlerine kadar uzanan bir çizgi görüyorum. Çizgi düz değil; zikzaklar, arada uçurumlar, sonra bir köprü… O köprünün adı hafıza.


Kapanış: Çayın buharı dağılır, cümle kalır

Bugün 12 Ekim. Takvimde 80 gün kaldı bu yıla. Çayın buharı dağılıyor; ama cümlenin buharı kalıyor duvarda. Tarihte bugün öğrendiğim bir şey var: İnsan, aynı hatayı farklı kostümlerle tekrar ediyor.
Ben de inadına şunu yazıyorum: Adalet, hafıza, vicdan.
Edebiyatla, sanatla, emekle…
Keşfin yanına merhameti, politikanın yanına ahlakı, tarihin yanına yüzleşmeyi koymadan olmuyor.

Bugünün dersini bir cümlede toparlayayım: Keşfederken incitme, güçlenirken unutturma, kazanırken susturma.
Kalemin ucuna güven; çünkü bazen en büyük keşif, bir insanın içindeki vicdanı bulmasıdır.

begendim
0
Begendim
bayildim
0
Bayildim
komik
0
Komik
begenmedim
0
Begenmedim
uzgunum
0
Uzgunum
sinirlendim
0
Sinirlendim

Yorum Gönder

Yorumlar