Modern Zamanlarda Şairin İntiharı: Kalemden Kalbe Giden En Kısa Yol
Merhaba sevgili okur kişisi,
Bugün ağır bir konudan bahsedeceğim.
Ama korkma; bu yazı ölümle değil, hayatta kalmanın şiirle mümkün oluşuyla ilgili.
Başlıktan da anladığın gibi mevzumuz şu: Modern zamanlarda şairin intiharı.
Evet, tüyler ürpertici bir ifade belki.
Ama şunu baştan söyleyeyim:
Ben burada “ölüm”ü değil, yavaş yavaş öldürülen bir duyarlılığı konuşacağım.
Eskiden şairler ölürdü, şimdi öldürülüyor.
Bazen sistem tarafından, bazen ilgisizlikle, bazen de kendi kalemiyle.
Çünkü modern zamanlar, şiirin değil; hızın, paranın, unutuşun çağı.
Bu çağda bir şair, yaşarken bile “ölmüş sayılıyor.”
Ama dur, dramatik konuşmuyorum.
Bir düşün:
Kim dinliyor bugün bir şairi?
Kim bir mısranın karşısında susuyor hâlâ?
Kim bir kelimenin yükünü taşıyacak kadar güçlü?
Kimse yok.
Ve işte bu yüzden, şairin intiharı fiziksel değil; ruhsaldır.
Kalemi bırakmak, içindeki sesi susturmak, kendi kelimelerini bile duyamamak…
Asıl intihar budur.
Bir şairin elinde kalem varsa, onun silahı budur zaten.
Kimi insan kılıçla savaşır, şair kelimeyle.
Ama gel gör ki, modern insan kelimenin gücüne inanmıyor artık.
Her şeyin ölçüsü “görsellik” olmuş.
Kalem bir silah değil, sadece nostaljik bir obje.
Oysa ben biliyorum ki,
bir kelime bazen bir devrimdir,
bir dize bir ülkeyi ayağa kaldırabilir,
bir şiir bir ömrü değiştirebilir.
Ama sistem, bunu istemez.
Şairi susturmak, insanın ruhunu susturmak demektir.
Çünkü şair, o ruhun tercümanıdır.
Bu yüzden şairler artık ölmüyor, unutturuluyor.
Ve unutulmak, ölmekten beterdir.
Bir zamanlar, bir şiir okunduğunda kalabalıklar susardı.
Şimdi kimse dinlemiyor.
Çünkü artık herkes “anlamayı” değil, “tüketmeyi” istiyor.
Oysa şiir, bir tüketim nesnesi değil; bir direniş biçimidir.
Yavaşlık ister, derinlik ister, kalp ister.
Ama bu çağın insanı kalbiyle değil, ekranıyla yaşıyor.
Ben bazen düşünüyorum:
Nazım Hikmet bugün yaşasaydı, Instagram’da şiir mi paylaşırdı?
Ahmed Arif, bir “reels videosu” çekip “daha çok beğeni” mi isterdi?
Zannetmiyorum.
Onlar bu çağın içinde boğulurdu.
Çünkü bu çağda şiir değil, gösteri yaşıyor.
Bir şair için en korkunç şey okunmamak değil, anlaşılmamaktır.
Şair anlaşılmadıkça daha çok içine döner,
içine döndükçe derinleşir,
derinleştikçe toplumdan uzaklaşır.
Ve bir gün o sessiz derinlik onu yutar.
İşte modern zamanlardaki şairin intiharı böyle olur:
Kalabalıkların ortasında kaybolarak.
Sustukça değil, konuşamadan.
Yazdıkça değil, duyuramadıkça.
Çünkü bugün herkes bir şey söylüyor,
ama kimse kimseyi dinlemiyor.
Bir zamanlar “şairin sözleri” yürekleri yakardı,
şimdi bir “trend ses” daha etkili.
Bir zamanlar “bir dizeyle” kalp kırılırdı,
şimdi “bir yorumla” hayat kararıyor.
Evet, şairin intiharı sessizdir.
Ama aynı zamanda sessizlikle direnir.
Çünkü konuşmanın anlamını yitirdiği yerde, sessizlik bir silahtır.
Benim için yazmak, tam da bu yüzden bir direniştir.
Dünyanın hızına yetişmemek için yazıyorum.
Unutulmak için değil, hatırlamak için.
Görülmek için değil, duyulmak için.
Bir şair susarsa, dünya eksilir.
Ama bazen şair, tam da bunu fark ettirmek için susar.
Sessizlik de bir şiirdir bazen.
Kelimelerin söyleyemediğini, suskunluk anlatır.
İnsan ruhu artık çok gürültülü.
Telefonlar, ekranlar, gündemler...
Her dakika bir “yeni bilgi”, bir “yeni kriz.”
Ama kimse derinlemesine bir şey hissetmiyor.
Bu çağın en büyük sorunu ne biliyor musun?
Hissetmeyi unuttuk.
Şairin intiharı tam da burada başlıyor işte:
Ruhun duygulara yetişemediği yerde.
Duygulara yer kalmadığında.
Kalem eline bile alınmadan.
Bir şiirin kalbe girmesi için önce kalp gerek,
ama artık kalpler betonarme.
Duygular, “trend” olursa yaşanıyor.
Şiir, trend olmaz.
Şiir yaşanır, hissedilir, saklanır.
Ama bu çağda her şey hızla unutuluyor.
Bazen sadece şairler değil, kelimeler de intihar eder.
Çünkü sürekli yanlış yerde kullanılırlar.
“Sevgi” kelimesi, reklamlarda tüketilir.
“Barış”, siyasetin malzemesi olur.
“Özgürlük”, sadece bir slogan.
Ve kelimeler anlamını yitirdiğinde,
şairin yapabileceği tek şey susmaktır.
Ama o suskunluk bile aslında bir şiirdir.
Yazmak, konuşmanın bittiği yerde başlar.
Bir zamanlar şair, bir mısra yazarken kalbinin damarlarını hissederdi.
Bugün o damarlar kesildi.
Ama ben inanıyorum: hâlâ yazanlar var.
Kalemini silah gibi değil, kalp gibi tutan insanlar.
Ben yazarken “beğenilmek” için değil,
birini kurtarmak için yazıyorum.
O kişi bazen okur,
bazen kendim oluyorum.
Çünkü her kelime,
bir yürekle buluşmak ister.
Ve kalemden kalbe giden en kısa yol, hâlâ “samimiyet”tir.
Bu çağın şairi intihar etmemeli, direnmeli.
Evet, dünya kötüleşiyor.
Ama belki de tam bu yüzden şiir gerekiyor.
Şairin görevi ağlamak değil, uyanık kalmak.
Gürültünün içinde sessizliği korumak.
Yalanın içinde hakikati fısıldamak.
Modern zamanlarda şair olmak, artık sadece yazmak değil;
insan kalmayı başarabilmek anlamına geliyor.
Kalem, artık sadece bir yazı aracı değil,
bir yaşam biçimi.
Bir sığınak.
Bir silah.
Ve bazen de bir dua.
Gerçek şair, kendi kelimelerinde yanar.
Ama bu yanma, bir yok oluş değil; bir doğuştur.
Ben hep şöyle düşünürüm:
Şair yanmazsa, yazdıkları ısıtmaz.
Bu yüzden şairin acısı, dünyanın aydınlığıdır.
Ama modern çağda acıya bile tahammül kalmadı.
Herkes “iyi hissetmek” istiyor.
Oysa iyi hissetmek, her zaman doğru hissetmek değildir.
Acının da bir hakikati vardır.
Şiir, acının estetik hâlidir.
Ve acı çekmeden yazılan satır,
sadece süslenmiş bir cümledir.
Bugün sokakta yürürken kimse bir şairi fark etmez.
Çünkü şair, artık görünmez bir figür.
Kütüphaneler boş, şiir rafları tozlu.
Ama o yine de yazar.
Çünkü şair görünmez olsa da, sözü görünür.
Bir gün gelir, biri o sözü bulur.
Bir cümleyle kendini iyileştirir.
İşte o zaman, şair yeniden doğar.
Çünkü hiçbir kelime tamamen ölmez.
Benim için yazmak, hâlâ bir yaşama biçimi.
Bir gün yazmadığımda, nefesim eksiliyor sanki.
Kalem elimdeyken yalnız değilim.
Çünkü yazmak, konuşamadıklarınla sohbet etmek demek.
Bu yüzden “modern zamanlarda şairin intiharı” dediğim şey,
aslında “modern zamanlarda insanın duygusal ölümü.”
Ama yazmak, o ölümü reddetmek.
Kalemle hayata tutunmak.
Bir cümleyle bile olsa, hayatta kalmak.
Bir şairin en büyük cesareti, kendi yüzüne bakabilmesidir.
Çünkü kelimeler, aynadır.
Ve o aynada herkes kendini göremez.
Ben yazarken hep kendime bakarım.
Kendime itiraf ederim.
Yalan söylemem.
O yüzden her yazı, biraz itiraf, biraz isyan, biraz duadır.
Şairin intiharı, kendi yüzüne bakamamakla başlar.
Ama ben o aynadan kaçmamaya karar verdim.
Çünkü orada gördüğüm yüz, hâlâ insan.
Sevgili okur kişisi,
şair olmak, bu çağda bir meslek değil, bir kaderdir.
Bu kaderin içinde hüzün de var, direnç de.
Ben hâlâ inanıyorum:
Bir mısra, bir toplumu değiştirebilir.
Bir kelime, bir kalbi kurtarabilir.
Bir şiir, bir insanın ölmemesini sağlayabilir.
O yüzden ben yazmaya devam edeceğim.
Kalemim, modern çağın içinde sessiz bir silah olacak.
Ve her kelimede, biraz daha yaşayacağım.
Çünkü biliyorum:
Kalemden kalbe giden en kısa yol, hâlâ şiirin yoludur.
Yorumlar