22 Ekim – Tarihte Bugün: Fotokopiden Füze Krizine, Sartre’ın Reddettiği Nobel’e Kadar Bir Gün

22 Ekim – Tarihte Bugün: Fotokopiden Füze Krizine, Sartre’ın Reddettiği Nobel’e Kadar Bir Gün

Yayınlanma Tarihi : Google News
22 Ekim – Tarihte Bugün: Fotokopiden Füze Krizine, Sartre’ın Reddettiği Nobel’e Kadar Bir Gün

22 Ekim – Tarihte Bugün: Fotokopiden Füze Krizine, Sartre’ın Reddettiği Nobel’e Kadar Bir Gün

Merhaba sevgili okur kişisi.
Bugün 22 Ekim. Yılın 295. günü. Takvimde yapraklar hızla azalıyor, mevsim yavaş yavaş sonbaharın orta yerine oturuyor. Hava artık soğuk, sokaklar sessiz, insanlar telaşlı. Yıl bitmeden yetiştirilecek işler, unutulan hayaller, ertelenen kararlar… Hepsi iç içe geçmiş bir yorgunluk gibi üzerimizde.
Ama tarihe baktığında fark ediyorsun ki; insanlık yorgun olsa da hiçbir zaman durmamış. Bugün de öyle bir gün. Yani 22 Ekim sadece bir tarih değil, bir dönüm noktası adeta.


Kanije Kalesi: Osmanlı’nın "Küçük" Zaferi, Büyük Aklı

1600 yılına gidiyoruz. Osmanlı ordusu Macaristan’daki Kanije Kalesi’ni fethediyor. Dönemin şartlarını düşün, ordular haftalarca, bazen aylarca yürürken; içlerinde sadece asker değil, on binlerce yük beygiri, mühimmat arabası, aşçılar, cerrahlar, imamlar... Hepsi var. Ve Osmanlı o dönemde Avrupa’nın göbeğinde Kanije gibi stratejik bir kaleyi alıyor.
Bu fetih sadece askeri bir başarı değil, aynı zamanda bir strateji harikası. Çünkü kaleyi alan komutan Tiryaki Hasan Paşa, düşmanı psikolojik olarak yeniyor. Az sayıda askeriyle düşmanı, “dışarıda Osmanlı ordusu hazır bekliyor” diye kandırıyor ve savaşmadan teslim alıyor.
Bugün “psikolojik savaş” dediğimiz şeyin temelini atan adamlardan biri belki de Tiryaki Hasan Paşa’dır. Yani “zihinleri fethetmeden topraklar alınmaz” sözünün ete kemiğe bürünmüş hali.


Rusya Alaska’da, Biz Ancak Donuyoruz

1784 yılında Rusya Alaska’da koloni kurmuş. Düşünsene, dünyanın en soğuk yerlerinden biri, ama adamlar gitmiş koloni açmış.
Biz o sırada hâlâ “Batı mı Doğu mu olalım” tartışmasındayız.
Tarihin ironisi burada:
Rusya, donan yerlerde bile genişlemeyi başarıyor, bizse sıcak topraklarda bile birlik olamıyoruz.
Belki de coğrafya kaderdir diyen İbn Haldun’un kemikleri bu satırları okurken bile sızlıyordur.


Amasya Protokolü: Söz Değil, İrade Meselesi

1919 yılına geldiğimizde Amasya Protokolü imzalanıyor. Mustafa Kemal Paşa, İstanbul Hükûmeti’nin temsilcisi Bahriye Nazırı Salih Hulusi Kezrak ile görüşüyor.
Bu protokol aslında Türkiye Cumhuriyeti’nin doğum belgesinin erken bir nüshası gibidir.
Çünkü orada “milletin kaderini yine milletin azim ve kararı belirleyecektir” denir.
Yani, halkın kendi iradesiyle kaderine yön vereceği söylenir — ki bu, o dönem için devrim niteliğinde bir cümledir.
Bugün hâlâ “irade milletindir” deniyorsa, bunun temeli 22 Ekim 1919’da atılmıştır.
Ama ironik olan şu:
Aradan yüz yılı aşkın zaman geçti, hâlâ kendi kaderini tayin edemeyen bir toplumun içinde yaşıyoruz. Demek ki irade kâğıtta kalınca değil, kafada ve kalpte yer edince işe yarıyor.


Fotokopinin Doğuşu: Chester Carlson ve Bilginin Çoğalması

1938’de Chester Carlson fotokopiyi icat ediyor.
Düşünsene, o güne kadar bir belgeyi kopyalamak için saatlerce elle yazmak gerekiyordu.
Carlson’un bu buluşu, bilginin yayılma hızını inanılmaz artırdı.
Bugün bir evrakı beş saniyede çoğaltıyorsak, o adam sayesinde.
Ama aynı zamanda şunu da düşünmek gerek:
Fotokopi, sadece bilginin değil, cehaletin de çoğalmasını sağladı.
Bir zamanlar bilmek için emek verilirken, şimdi her şeyin “bir kopyası” var.
Hatta duyguların bile… İnsan ilişkilerinde bile orijinallik azaldı. Herkes birbirinin fotokopisi gibi davranıyor.


Jean-Paul Sartre ve Reddedilen Nobel

1964 yılına geldiğimizde sıra felsefenin devlerinden Jean-Paul Sartre’a geliyor.
Kendisine verilen Nobel Edebiyat Ödülü’nü reddediyor.
“Özgür bir yazarın, ödülle sınırlanmasını istemem” diyor.
Düşünsene, bugün ödül almak için ödül komitelerine methiyeler düzen insanlar var.
Ama Sartre, tüm ödülleri reddedip, “yazarlık bir makam değildir, bir sorumluluktur” diyebiliyor.
Bugün sosyal medyada onay bekleyen, alkışla motive olan insanlara bu tavır yabancı geliyor.
Çünkü artık düşünce değil, etkileşim sayısı konuşuluyor.
Sartre yaşasaydı belki de “beğeni tuşu insanın yeni zinciridir” derdi.


Küba Füze Krizi: Nükleer Korkunun Doruk Noktası

1962’de ABD Başkanı Kennedy, Küba’da Sovyet füzeleri olduğunu açıklıyor.
Dünya nefesini tutuyor.
Bir nükleer savaşın eşiğine geliyoruz.
Bu olay, “Soğuk Savaş” denen psikolojik harp döneminin en keskin noktasıydı.
Bugün hâlâ dünya liderleri birbirini tehdit ederken o dönemden ders almadıkları ortada.
Sanki insanlık her 50 yılda bir aynı filmi yeniden izliyor, sadece karakterler değişiyor.
Füzeler, savaşlar, ablukalar…
Ama barış hâlâ fotokopi çekilmemiş tek belge gibi.


Barış Manço ve 7’den 77’ye: Kuşakları Birleştiren Adam

1988 yılında Barış Manço’nun 7’den 77’ye programı TRT’de başlıyor.
Sadece bir televizyon programı değildi o, bir kültür köprüsüydü.
Çocukla yaşlıyı, köylüyle kentliyi, doğuyla batıyı aynı ekranda buluşturuyordu.
O yüzden Barış Manço’yu anmak sadece bir nostalji değil, bir borçtur.
Bugün hâlâ “Adam Olacak Çocuk” deyince yüzümüzde tebessüm oluşuyorsa, onun samimiyetindendir.
Bugünün ekranlarında aynı içtenliği bulmak zor.
Artık “izlenme sayısı” insanın değerini belirliyor, oysa Barış Manço döneminde sevgiyle kazanılan bir halk vardı.


Yusuf ile Kenan – Ömer Kavur’un Sessiz Çığlığı

1980 yılında Ömer Kavur’un filmi Yusuf ile Kenan, Milano’da Altın Madalya alıyor.
Bu film, Türkiye’nin o yıllardaki çocuk işçilerini, yalnızlığı, kentleşmenin çarpıklığını anlatıyordu.
Kavur’un sineması bugünün “gişe odaklı” yapımlarına hiç benzemezdi.
Sessiz, yavaş ama derin hikâyeler anlatırdı.
Bugün o sessizliklere tahammülümüz kalmadı.
Her şey hız, ses, ışık.
Ama insanın iç sesi, o filmlerdeki kadar net ve çıplaktı.


Hak-İş’in Kuruluşu ve Emek Mücadelesi

1976’da Hak-İş Konfederasyonu kuruluyor.
O dönemde sendikalar sadece ekonomik değil, aynı zamanda demokratik mücadele alanıydı.
Bugün o ruhun yerinde ne yazık ki sendika tabelaları kaldı.
Emek, hâlâ en ucuz meta.
Bir ülkenin emeği ucuzsa, o ülke kalkınamaz.
Hak-İş’in kuruluşu o dönem için umut vericiydi; ama bugün işçiler hâlâ aynı talepleri haykırıyor: Adalet, eşitlik, insanca yaşam.


Eşkıya: Sinemanın Küllerinden Doğuşu

1997 yılında Kültür Bakanlığı, Oscara gidecek film olarak Eşkıya’yı seçiyor.
O film, Türk sinemasını yeniden doğuran yapıttı.
Yavuz Turgul’un senaryosu, Şener Şen’in oyunculuğu, Uğur Yücel’in enerjisi…
Hepsi bir araya geldiğinde sinema yeniden inandı.
“Eşkıya” sadece bir film değildi, bir metafordu.
Sisteme başkaldıran ama içinde onurunu koruyan insanın hikâyesiydi.
Ve bugün hâlâ o kadar çok eşkıya var ki, sadece dağlarda değil, şehirlerin gökdelenlerinde de dolaşıyorlar — kravat takmış halleriyle.


Windows 7 ve Dijital Devrimin Kapısı

2009’da Windows 7 piyasaya çıkıyor.
Bugün hâlâ birçok bilgisayar kullanıcısının “en sevdiği işletim sistemi” denir.
O dönem teknoloji romantizminin en parlak yıllarıydı.
Bilgisayar başında saatler geçiren bir nesil vardı; internette ilk bloglar, ilk forumlar o dönemde büyüdü.
Bugünse algoritmaların insafına kaldık.
O yıllarda internet özgürlüktü, şimdi gözetim.
Yani “Windows” bir zamanlar “pencere” idi, şimdi perde.


Doğumlar ve Ölümle Gelen Hatıralar

Bugün doğanlardan biri Franz Liszt – 19. yüzyılın en etkileyici bestecilerinden.
Bir diğeri Robert Capa, savaş fotoğrafçılığının efsanesi.
Ve Catherine Deneuve, sinemanın zamansız güzeli.
Ama bugün aynı zamanda Paul Cezanne’ın da ölüm yıldönümü.
Sanatla dolu bir gün yani.
Belki de 22 Ekim’in gizli anlamı “yaratmak ve hatırlamak”tır.
Bir yanda doğan sanatçılar, diğer yanda ölenler.
Tarih dairesel, hayat gibi.
Birileri gider, birileri gelir. Ama iz bırakanlar kalır.


Kapanış: Fotokopiden Barış Manço’ya Uzanan İnsanlık Hali

Görüyorsun sevgili okur,
bir tek gün içinde savaş da var, barış da,
icat da var, cinayet de,
sanat da var, sistem eleştirisi de.
İnsanlık tam da bu karmaşanın ortasında.
Bir yandan fotokopiyle çoğalan bilgi, diğer yandan tek tipleşen düşünce.
Bir yanda Sartre’ın reddettiği ödül, diğer yanda Oscar için sıraya giren filmler.
Bir yanda Mustafa Kemal’in iradesi, diğer yanda halkın unuttuğu iradesi.

Tarihte bugün dediğimiz şey, aslında insanın kendini tekrar etme tarihi.
Tek fark, olayların sahnesi değişiyor ama oyuncular hep aynı:
İktidar, halk, sanatçı, bilim insanı ve zaman…
Hepsi kendi rollerini oynamaya devam ediyor.

Bugün 22 Ekim.
Kendi fotokopin olmamaya çalış.
Orijinal kal.
Yaz, oku, üret, sorgula.
Ve unutma:
Tarih, hatırlayanlar için yazılır.

begendim
0
Begendim
bayildim
0
Bayildim
komik
0
Komik
begenmedim
0
Begenmedim
uzgunum
0
Uzgunum
sinirlendim
0
Sinirlendim

Yorum Gönder

Yorumlar