19 Ekim’de İzlenmesi Gereken İki Film

19 Ekim’de İzlenmesi Gereken İki Film

Yayınlanma Tarihi : Google News
19 Ekim’de İzlenmesi Gereken İki Film

19 Ekim’de İzlenmesi Gereken İki Film

Zamanın Gölgesinde İki Hikâye

Merhaba sevgili okur kişisi,
Bugün 19 Ekim.
Yılın 292. günü.
Dışarıda rüzgâr biraz sert, hava biraz erken kararıyor.
İçeride bir sessizlik, bir yorgunluk, bir “artık bitsin şu yıl” hissi…
Ama biliyorum, bu satırları okuyan sen de benim gibisin.
Kapanan yılların ardından, kalan günlerde bir anlam arıyorsun.

Benim için bu mevsim, filmlerin mevsimi.
Yazın sokakları insanı dışarı çağırır;
ama Ekim, insanı kendi içine çağırır.
İşte tam da bu yüzden bugün sana iki film önereceğim.
İkisi de insanın içindeki zamanı, duyguyu, değişimi anlatıyor.
Biri cesareti, diğeri kabullenişi öğretiyor.
Biri “günü yaşa” diyor, diğeri “zamanı fark et.”
Ve ikisi birden diyor ki:
“Hayat geçiyor, ama sen geçip gitme.”


1. Ölü Ozanlar Derneği (Dead Poets Society)

Yıl: 1989 – Yönetmen: Peter Weir – Oyuncular: Robin Williams, Ethan Hawke

İlk film, bir öğretmenle başlıyor.
Ama bildiğin öğretmenlerden değil o.
John Keating, kalıpları yıkan, öğrencilerine farklı bakmayı öğreten bir adam.
Carpe Diem” diyor.
Günü yaşa.
Ama o söz, “hayat kısa, eğlenelim” değil.
O söz, “kendin ol, korkma” demek.

Ben bu filmi her izlediğimde bir ders değil, bir tokat gibi hissederim.
Çünkü hepimiz bazen kendimiz olmaktan vazgeçiyoruz.
Toplumun beklentileri, etiketler, korkular…
Bir gün fark ediyoruz ki, yaşamadan geçmiş bir ömür var elimizde.

Film boyunca öğrenciler bir dernekte gizlice şiir okurlar.
İsyan ederler.
Yani aslında nefes alırlar.
Ben o çocukların her birinde biraz kendimi görüyorum.
Küçük bir şehirde büyüyen, yazarak var olmaya çalışan o çocuğu…

Final sahnesi hâlâ sinema tarihinin en güçlü anlarından biridir.
Öğrenciler masaların üstüne çıkar ve öğretmenlerine seslenir:
“O Captain, My Captain!”
Aslında bu bir teşekkür değildir;
bu, teslim olmamaktır.
Sisteme, korkuya, sıradanlığa karşı küçük ama büyük bir ayaklanmadır.

Ve belki bugün, 19 Ekim’de, bizim de ayağa kalkma günümüzdür.
Hayata, kendi potansiyelimize, yarım bıraktıklarımıza karşı.
Yılın bitmesine 73 gün kalmışken, hâlâ her şey mümkün.


2. Benjamin Button’un Tuhaf Hikâyesi (The Curious Case of Benjamin Button)

Yıl: 2008 – Yönetmen: David Fincher – Oyuncular: Brad Pitt, Cate Blanchett

İkinci film, zamanı tersine çeviriyor.
Benjamin Button yaşlı doğuyor, büyüdükçe gençleşiyor.
Yani herkes ileri giderken o geri gidiyor.
Ama işin garibi şu:
Ne kadar farklı yaşarsa yaşasın, o da bizim gibi seviyor, kaybediyor, özlüyor.

Bu film bana hep şunu düşündürür:
Hayatın yönü değil, anlamı önemlidir.
Zaman ileri de aksa, geri de aksa, his aynı kalır.
Sevdiğin gider, kalbinde bir şey eksilir.
Ve o eksik, seni tamamlar.

Filmi izlerken bir sahnede durdum, not aldım:

“Bazı insanlar ne kadar yaşarsa yaşasın, değişmez.”

Evet, değişmeyen çok şey var dünyada.
Ama değişebilmek de bir cesaret işidir.
Benjamin’in hikâyesi, zamanı değil, kendini yenileme hikâyesi aslında.
Bize “geri dönemeyeceğini ama yeniden başlayabileceğini” anlatıyor.

Brad Pitt’in sessiz oyunculuğu,
Cate Blanchett’in zamana meydan okuyan zarafeti…
Her detay o kadar incelikli ki,
film bittikten sonra uzun süre susmak istiyorsun.

O sessizlik, farkındalıkla dolu bir sessizlik.
Ve işte o an, film sadece bir hikâye olmaktan çıkıyor.
Bir aynaya dönüşüyor.
Kendine baktığın, “ben neyi erteledim?” diye sorduğun bir aynaya.


19 Ekim’in Ruhuna Yakışan Filmler

Ekim ayı bana hep geçmişi hatırlatır.
Çünkü bu mevsim, insanın içine döndüğü mevsimdir.
Kış yaklaşırken herkes biraz durulur, biraz düşünür.
İşte bu iki film tam da o ruh haline uygundur.
Biri sana “ayağa kalk” der, diğeri “kendini affet.”

Ölü Ozanlar Derneği,
insanın kendini bastıran kalıpları kırması için bir çığlık gibidir.
Benjamin Button ise kabullenmenin şiiri.
İkisini arka arkaya izlediğinde,
sanki bir iç yolculuk yaparsın:
önce sorgularsın, sonra kabullenirsin.

Birinde “isyan” vardır,
diğerinde “şükür.”
Ama her ikisinde de “yaşamak” vardır.
Gerçek, eksiksiz, çıplak haliyle yaşamak.


Bir Akşam, Bir Çay, Bir Film

Ben bu tür filmleri genellikle akşamüstü izlerim.
Hava kararmaya yüz tutmuş,
pencerenin dışı turuncuya dönmüş,
masada bir bardak çay buharıyla duman çıkarıyor.
Belki sen de şimdi bu satırları okurken o atmosferdesin.

Film izlemek, bazen dua etmeye benzer.
Bir yüzleşmedir.
Kendi hayatına uzaktan bakmaktır.
Ve bazı filmler vardır,
bitince seni biraz eksiltir ama daha bilge yapar.

Bugün böyle bir gün.
Kalan 73 günü, geçen 292 günü,
bir fincan çay ve iki filmle düşünebileceğin bir gün.


Son Söz

Belki bütün yıl koştun, uğraştın, tükendin.
Ama 19 Ekim, sana küçük bir pencere açıyor.
Bir dur, nefes al, kendine dön.
Bir film aç, ışıkları kapat,
ve izin ver içindekiler konuşsun.

Ölü Ozanlar Derneği sana “korkma” diyecek.
Benjamin Button sana “zamanı hisset” diyecek.
Ve ben sana şunu diyeceğim:
“Bu iki filmi bugün izlersen, belki sen de yeniden başlarsın.”

Hayat çok uzunmuş gibi görünür ama aslında birkaç sahneden ibarettir.
Bugün o sahnelerden birini yazmak senin elinde.
Belki bu akşam, sen de kendi hikâyenin filmini izlersin.


Osman Coşkun
benosmancoskun.com
“Yazan, hisseden, düşünen herkesin günü kutlu olsun.”

begendim
0
Begendim
bayildim
0
Bayildim
komik
0
Komik
begenmedim
0
Begenmedim
uzgunum
0
Uzgunum
sinirlendim
0
Sinirlendim

Yorum Gönder

Yorumlar