Sayıklamalar (3): Aşkın Adı Yok ya da Bin Bir Endişe...
3
Aslında derdimin ne olduğunun da farkında değilim ben. Bir derdim var mı onu da tam olarak bilmiyorum. Bir şeyler var, boğazımda düğümlenip kalan bir şeyler var. Boğazımda düğünlenip mi demeliyim acaba? Çünkü düğüm gibi değil de düğün gibi yaşıyorum hayatı. Kimseye bir şey belli etmemeye çalışarak geçiyor günlerim. Her bir şeyin bir birine karıştığı zamanlardan geçiyoruz. Hiçbir şeyin bir mana ihtiva etmediği zamanlar bunlar. At izinin it izine karıştığı zamanlar. Müslüman görünümlü dinsizler, milliyetçi görünümlü vatan hainleri sarmış etrafımızı dört bir yandan. Ve o kadar başarılılar ki bu rollerini oynarlarken insan ister istemez kendisinden şüphe ediyor. Yaralarımız kanıyor içimize içimize, her geçen gün kangren oluyoruz. Kangren beklentiler büyütüyoruz sol yanımızda. İliklerimizde kan değil, nefret ve öfke dolaşıyor. Herkes bir birine düşman. Kimsenin kimseyi dinlediği yok. Elimizde olan elimizde hiçbir şey olmadığı, elimizden bir şey gelmiyor en nihayetinde. Kendimizi hiçbir yere ait hissetmiyoruz. Yani en azından ben kendi adıma konuşayım kendimi hiçbir yere ait hissetmiyorum. Yaptığım ve yapmaya çalıştığım kendime ait ama bakın sadece bana haiz olan bir komün yaşam kurmak isteği barındırıyorum. Bunun haricinde en ufak bir beklentim yok bu hayat sahnesinden. Kendime biçtiğim rol figüranlıktan ibaret sanırım. Yani kendi hayatımdan, yani kendimin yanından gelip geçen bir yabancı gibi geçip gitmek istiyorum. Bunun ne demek olduğunu, aslında ne anlatmak istediğimi nasıl kelama dökebilirim, bilmiyorum. Olan şu bakın; her birimiz, bütün insanlar öncelikli olarak ve mutlak surette önce kendisini tanımıyor. Gördüğüm ve anladığım budur! Çoğu konuda kendimle çelişirim belki ama, bu konu kendimle hemfikir olduğum konulardan bir tanesidir. Ve belki de yek tanesidir. İnsanlar kendilerini tanımadıklarından mütevellit, kendilerini de sevmiyorlar. Herkesler öğrenilmiş çaresizliklerinin içerisinde debelenip duruyorlar. Kendilerine biçilen roller üzerlerine olmuş olmamış mı diye bakmadan günlerini geçirmeye çalışıyorlar hatta çalışmak da denmez buna çabalıyorlar. Bu kadar basit bir şekilde bunu dile getirebilmemin sebebi, bizatihi kendimin böyle olmasındandır. Ben böyleysem herkes böyledir. Bakın insanlar vicdanlarının yerine maddiyatı koyduklarından beri, yani dünya düzeni kapitalizmi benimseyip tüm dünyaya hükmetmeye başladığından itibaren bu böyle oldu maalesef. Belki biraz tarihsel olacak, konuya hakimiyetim konusunda tartışabiliriz ama benim gördüğüm ve benim içerisinde bulunduğum ruh halini de göz önünde bulundurduğum zaman şunu görüyorum; Sovyet Rusya’nın yıkılmasından sonra dünyanın ABD hegemonyası altına girmesi dünyayı yaşanmaz bir yer haline getirdi. Bakın Sovyetlerin yıkılışından sonra yaşananlara ne demek istediğimi biraz olsun anlarsınız sanırım. Yanlış anlaşılmak da istemiyorum, burada Sovyet seviciliği yapmıyorum. Evet sosyalist dünya görüşüne sahibim. Evet ama ben bu sosyalizmi dünya düzenini değiştirmek anlamında söylemiyorum. Yani burada evimin bir köşesinde çalışma masamda oturmuş, yazı makinemin başında kimin okuyup okumayacağını bilmediğim bir şeyler karalıyorum ve bunu bir komünist manifestoya çevireceğim gibi bir iddia ile kaleme almıyorum bunları. Benim sosyalistliğim kendime, ben kendi hayatımda sosyalist bir devrim yapmanın peşindeyim. Ve bence herkes de öyle yapmalı. Yani adına sosyalizm demeyin de ne derseniz deyin. Durum bundan ibaret. Demek istediğim şu, tabularınızı ve putlarınızı yıkın, korkularınızdan arının, sizi masallarla uyutmalarına müsaade etmeyin. Çok çalışın, yaptığınız işi kastetmiyorum. Kendinizi değiştirmek ve geliştirmek adına çok çalışın. Yaptığınız işin bir önemi yok nazarımda. Zira bizim ülkemizdeki eğitim sisteminden mütevellit olmuş olduğunuz meslekler zerre umurumda değil. Atomu parçalayıp elime vermeyen hiçbir fizikçi nazarımda bilim adamı değildir. Bu böyledir. Şimdiye kadar söylenenleri papağan gibi dile getirip tekrar etmek de bilimsellik değildir. Aynı şekilde öğretmenler için de geçerlidir bu durum, önünüzdeki müfredatın haricinde çocuklara ne veriyorsunuz? Hayal dünyalarını baltalamak adına kurulmuş bir sisteme nefer mi yetiştiriyorsunuz? Yoksa hayal dünyalarını geliştirmeleri için en ufak bir çabanız var mı? Patronlara işçi yetiştiren eğitim sistemini reddeden öğretmenler müstesna. Bırakın çocuklar isyankar olsun. Tamah etmesin, hakkını arasın. Söksün alsın. Böyle çocuklar, böyle gençler yetiştirin. Ama önce kendinizi değiştirin. Kafalarınızın içindeki dogmalardan kurtulun. Yıkın atın duvarlarınızı ya da siz bilirsiniz! Nasıl yapmak istiyorsanız öyle yapın. Dedim ya; benim derdim kendimle. Benim tek derdim kendime komün bir yaşam kurmak ve sadece okuyup yazacağım önümden çayımın, kahvemin, sigaramın eksik olmayacağı bir konfor alanı yaratmak, tek gayem bu! Başkaca bir beklentim yok. Oturayım yazayım, oturayım okuyayım. Okunup okunmamak önemli değil. Benim derdim sadece bir durak olan bu dünya sahnesine hoş bir seda bırakmak. Benden sonra gelenler böyle de bir adam yaşamış bak böyle şeyler söylemiş desinler kâfi. Başka bir şey istemiyorum gerçekten. Çünkü ben bu hayata ve insanlara olan inancımı kaybettim. Sizin inandığınız hiçbir şeye inanmıyorum. Ölümlere üzülmüyorum, düğünlerinizde mutlu olmuyorum aksine düğünlerinizi sevmiyorum. Çocuğunuz olduğunda ben mutlu olmuyorum. Herhangi bir hissiyat barındırmıyorum bu konuyla ilgili olarak. Bu dünyaya bir çocuk geldiğinde benim içimde bir yerlerde bir yıldız kayıyor, üzülüyorum. Çünkü bu dünyaya istemeden bir can daha gelmiş oluyor ve neyle karşılaşacağını bilmeden nefes almaya başlıyor. Kendileri bu dünyaya hiçbir şey verememiş insanların çoğalmasına bir anlam veremiyorum. Yokluklarına yokluk katarak dünyaya getirdikleri o çocuğun da birilerine kul ve köle olması için dişlerinden tırnaklarından artırdıkları gelecekleriyle dünyaya getirdikleri o çocuğa bir gelecek tasarlamaya çalışıyorlar! Niye? Hiçbir mantıklı gerekçesi yok! Canları öyle istediği için olabilir! Ya da toplum normları. Çünkü herkes çoğalıyor. Ortalık gerizekalıdan geçilmiyor. Milyonda bir, bir tanesi çıkıyor bilim adına, sanat adına, gelecek adına bir tohum ekiyorsa ne ala. Yoksa geri kalan çöp. Zaten mevcut dünya düzeni de bunu istiyor. Ucuz iş gücü olarak bakıyorlar sizin çocuklarınıza. Fabrikada çalışması için bir çocuk dünyaya getireceksiniz getirmeyin. Hiç çalışmadan yüz sene rahatlıkla yaşayabileceği bir para bırakmayacaksanız çocuğunuza, çoğalmayın. Salak olmayın diyeceğim ama salaksınız, çünkü çoğalıyorsunuz. Kendinizin bir dikili ağacı yok, bir dikili ağacım olsun soyum yürüsün hadi bakalım paşam diyerek çocuk sahibi olunmaz. Benim bu anlattıklarımdan dolayı bu değişmeyecek elbet bunu biliyorum. İçimde kalmaması için yazıyorum. Burası benim için bir nevi terapi merkezi. Sizin ne düşündüğünüz benim zerre umurumda değil. Benim ne düşündüğüm de sizin umurunuzda olmasın, zaten değil biliyorum. Sizin saçma sapan inançlarınızla, sizin saçma sapan bir birinize benzeyen hayat görüşlerinize karnım tok. Sizin inandığınız o ne ise ona inanmak zorunda değilim. İnanmadığım için de kötü olacaksam o sizin hüsnü kuruntunuz. Sizin inandığınız sütten çıkma ak kaşık hep, bizimkisi tu kaka, siz en doğrusunu bilirsiniz, biz ne bildiğimizi bile bilmeyiz çoğu zaman. Aslında dönüp kendinize baksanız, yani bize tuttuğunuz o aynayı kendinize tutsanız ne bok olduğunuzu göreceksiniz, ama siz bize tümsek aynayla bakıyorsunuz, onun için de bizi eğri büğrü görüyorsunuz. Kendinizeyse dev aynasından bakıyorsunuz. Küçük dağları siz yarattınız, evet! Rahman ve Rahim olan sizsiniz! (Haşa) Aferin size. Geri kalan insanları da cehennem için yarattınız değil mi? Harikasınız gerçekten. Ben bütün tabularınızdan ve putlarınızdan beriyim. Ben buradayım ve belliyim. Sizin ne olduğunuz da belli değil. Söyledikleriniz kendi cümleleriniz değil. Ezberletilmiş çaresizlikler barındırıyorsunuz her biriniz. Açın gözünüzü bir bakın etrafınızda. Günlerinizi 40 kelimeyle geçirmeye alışmışsınız. 41. Kelimeyi söylediğinizde kendinize maşallah diyorsunuz. Oysa işte hepitopu o kadarsınız. Ve evet bütün bunları aynı zamanda ben kendime söylüyorum aslında. Çünkü kişi kendinden bilir işi. Ben size kötü bir kelam etmişsem aslında o kelamı kendime etmişimdir. Çünkü insan kendisinde olmayan hiçbir şeyi karşısındaki insanda göremez. Bu gerçeği anladığınızda anlaşacağız sizinle. Ben size cahilsiniz dediğimde aslında cahil olanın kendim olduğunun bilincindeyim. Ama siz cahilliğinizi bilmiyorsunuz. Bilmediğinizi de bilmiyorsunuz. Bundan milyon sene önce anlatılan hikayelere mistik havalar katarak anlatmalarınızdan etkilenmiyorum. Zerre umurumda değil. Bana benden haber getirdiniz mi? Bana benden haber verin. Bana beni anlatacak bir ayna arıyorum ben. Belki yeni bir felsefe belki yeni bir din belki de yeni bir bendir beklediğim, yani bulmayı ümit ettiğim budur! Ne aradığını bilmeyene hiçbir pusula yardım etmez diyerek, kılavuzu karga olanın da belediyede kanalizasyon işleri müdürlüğüne işi düşer, çünkü bu öyledir. Belediyede tanıdığı yoksa işi de olmaz. Benim tanıdığım olmasına rağmen altı ayda evin önündeki patlağı yaptıramadım. Demek ki bilinen hiçbir şey aslında bilindiği gibi değilmiş, değildir. Sizin bildiğiniz gibi de değil. Milyon yıllardır kandırıyorlar sizi. Uyanın ey! İçten içe gülüyorum şu yazdıklarıma. Ama öyle kahkahalarla değil, bıyık altından gülüyorum. Çünkü bir yandan da kafamın içinde bir acaba kocaman bir yanardağ gibi sallanıp duruyor. Yani bir yanardağı ipin ucuna bağlamışlar da böyle başımın üstüne asmışlar gibi bir hissiyat içerisindeyim. Yanardağ patlarsa ben ölürüm bu hakikattir, patlamazsa da ölürüm, bu da endişedir. İnsanı asıl öldüren endişedir. Sadî-i Şirazî’nin dediği gibi; "Yek katre-i hûnest, sâd herâzân endişe" (İnsan:"bir damla kan, binbir endişe")
#MuharrirAdam #OsmanCoşkun
0 YORUMLAR
Bu KONUYA henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu sen yaz...