Kadın Cinayetlerinin Toplumsal Görünürlüğü ve Medya İletişim Araçlarında Yansıması

Kadın Cinayetlerinin Toplumsal Görünürlüğü ve Medya İletişim Araçlarında Yansıması

Mekanizmayı çözmek açısından kadın cinayetlerinin en derinine ve içimize işlemiş olan yapıya inecek olursak ülkemizdeki geleneksel aile yapısını incelememiz gerekir. Kadını kontrol altında tutulması gereken bir unsur olarak görüp kimliğini değersizleştiren, kontrolü erkeğe veren bu ataerkil sistem, kadının salt evlenip çocuk yapması gerekliliği, erkeğinse evini geçindirmesi ve ailenin reisi olması temeline dayanıyor. Ataerkil ailede yetişen erkek çocuk büyüyüp aile kurmaya karar verdiğinde kendi ailesi için de aynı geleneği sürdürüp gidiyor. Aynı evin içinde kadını ve erkeği ayrıştıran roller ve sorumluluklar sevgi ve şefkatten uzak çocukların yetişmesine sebep olurken bu sevgisizlik erkeğin baskınlığına karşı pasif bir durumda kalmak zorunda olan kadına zarar veriyor.

İplerin nerede koptuğuna bakacak olursak aynı evin içinde yetişen kız ve erkek çocuğun cinsel organı bile birbirinden üstün. Evin erkek çocuğunun cinsel organı herkese gösterilip gurur duyulan bir şeyken evin kız çocuğu her zaman bunu saklayıp korumak zorunda. Erkeğin sünneti mahallede at üstünde sergilenebilir ama kız çocuğunun regl olması fısıldaşmalarla konuşulan bir durum halini alır ailede. Erkek çocuğunun organı akrabalarına bir başarı gibi göstertilirken kız çocuğu memeleri büyüdüğü için dikkat çekmesin diye kambur bir şekilde yürür. Bu anlayışla yetişen erkek evlenmeye karar verdiğinde eşinin namusunu da sanki bir eşyaymış gibi sonsuza kadar koruma yoluna gidiyor. Kadının ondan bağımsız bir hayatı olmasın diye kadının yaşamına son verecek kadar sonsuz gücü olduğuna inanıyor. Kadının boşanmak istemesi namussuzluk olarak görülüp cinayetlere sebebiyet veriyor. Yıllardır bu durumlar o kadar normal ki televizyonu açıp herhangi bir kanal çevirdiğimizde birbirlerine aşık olan çiftler arasındaki kıskançlıklar, erkeğin baskınlığı ve sürekli kadını bir şeylerden koruması gayet olağan, sevginin bir parçasıymış gibi lanse edilmesi bize hiç absürt gelmez. Özellikle aşiret dizilerinde kadının eşini her durumda destekleyip tüm yaptıklarına göz yummak mecburiyetinde olması, kadını güçsüz, erkek olmadan hayatını sürdüremeyecek kadar aciz algısını yaratıyor. Neredeyse bütün dizilerde annelik olmazsa olmaz, kutsal ve asla vazgeçilmeyecek bir şey olarak görülüyor, anneliğin insanı insan yapan şey olduğu ve kadının kariyerine annelikten daha çok önem vermesinin bariz bir kötülük olduğu vurgusu sıkça yapılıyor. Anneliğin vurgulanan bu kutsallığı kadın cinayetlerinin veriliş tarzına bile sirayet ediyor. “Hamile eşini 4 kurşunla öldürdü” başlığını okuyan okur bu cinayete “bir de anneymiş” diyerek daha çok üzülüyor.  Sadece dizilerde de değil ekranlardan izlediğimiz devlet adamları dahil 'anne olmayan kadın yarımdır' mesajını vermekten çekinmiyor. Son zamanlarda sosyal medyada kadının yeri ve kadın cinayetlerinin veriliş tarzında ise en dikkat çekici ve rahatsız edici şey sırf insanların duygularını manipüle edip popülerite artırmak için kadın cinayetlerin romantize edilmesi. Öldürülen kadınlara bir kanat takıp melek oldu diyerek olayın altındaki vahşetin üstü kapatılıyor, olay bir cinayetten kendi kendine 'ölüverdi' haberine dönüşüyor. Olayın kim tarafından nasıl gerçekleştiği, verilmesi gereken ceza ve anormalliğinin realist bir şekilde konuşulmasından ziyade insanlar bunu sosyal medya popüleritesi için trajik bir şekilde romantize edip konuşuyorlar ve bu olay aynı şekilde tekrarlanıp gidiyor. Üstelik haberlerde failin kişisel bilgilerine, konumuna, statüsüne yer verilmezken öldürülen kadının tüm bilgileri ve fotoğrafları açık bir şekilde paylaşılıyor. Erkeklerin yararına işleyen bu mevcut genel sistem kadınların özbenlik saygısına zarar veriyor ve hayatlarının tüm alanlarında kadınların aleyhine işliyor.

0 YORUMLAR

    Bu KONUYA henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu sen yaz...
YORUM YAZ