1 Aralık 1928’de yeni Türk harfleri yürürlüğe girdi; bir millet kalemini değiştirerek düşünce biçimini de yeniden inşa etti.
Arkadaşlar, dostlar ve dahi Romalılar merhaba…
Bugün 1 Aralık. Miladi takvime göre yılın 335. günü, artık yıllarda ise 336. Kalan gün sayısı sadece otuz. Kısacası, yılın perdesi kapanmak üzere. Takvim yaprakları azaldıkça, insan farkında olmadan kendi ömrünü de sayar gibi oluyor. Kışın keskin nefesi, sokak lambalarının altında usulca gezinen sisle birleşiyor. Zaman, soğuyan bir çay gibi ağırlaşıyor. Ve işte bu ağır zamanın içinde, tarihin o derin yankısı yeniden duyuluyor.
Bugün size sadece bir takvim günü değil, insanlığın büyük birikiminin, mücadelelerinin, hatalarının ve umutlarının yansıdığı bir 1 Aralık hikâyesi anlatacağım. Gelin, birlikte bu günü açalım; sayfaları tozlu, ama dersleri hâlâ sıcak.
Tarihin bazı günleri sıradan değildir. Onlar, bir çağın yönünü değiştirir. İşte 1 Aralık da öyle bir gündür.
Tarih sahnesinde bu gün, Timur’un İzmir’i kuşattığı gündür. Rodos şövalyelerinin 57 yıldır hüküm sürdüğü şehir, doğudan gelen bu büyük fırtınaya dayanamaz. O gün yalnızca bir şehir düşmez; bir dönem kapanır. Her imparatorluk gibi, şövalyelerin de saltanatı o günden sonra tarihe karışır. İzmir’in limanında yankılanan top sesleri, Orta Çağ’ın bitişini ve yeni bir dünyanın doğuşunu müjdeler gibidir.
O gün Avrupa’da başka bir yankı daha vardır: Portekiz, İspanya’nın boyunduruğundan kurtulup bağımsızlığını ilan eder. Her bağımsızlık hareketi gibi, bu da kanla, sabırla, inançla yazılmıştır. Portekiz halkı “biz de kendi kaderimizi çizeriz” derken, tarihin her köşesinde yankılanan o ezeli cümleyi kurar: Özgürlük kolay kazanılmaz.
Yeryüzünün öteki ucunda, 1. Pedro, Brezilya İmparatoru unvanını alır. Sömürgeciliğin gölgesinde doğan bir ülke, artık kendi güneşini yakmaya karar vermiştir. O gün takılan taç, yalnızca bir hükümdarın değil, bir halkın özgürlük arzusunun sembolüdür.
Bir başka 1 Aralık’ta, Paris’te dünyanın ilk sinema salonu açılır. Işıklar söner, perde açılır, insanlar büyülenir. İnsanlık, artık hikâyelerini sadece sözle değil, görüntüyle de anlatabileceğini keşfeder. Sinema, bu tarihten itibaren insanın duygularını evrensel bir dile çevirir. O karanlık salonda oturan ilk izleyiciler, farkında olmadan bir çağın başladığına tanıklık ederler.
Ve bizim tarihimizde en özel sayfalardan biri: 1 Aralık 1928.
Cumhuriyet’in en büyük devrimlerinden biri olan harf devrimi bu tarihte resmen yürürlüğe girer. Gazeteler, mecmualar, tabelalar artık yeni harflerle basılmaya başlar.
Bu yalnızca bir alfabe değişimi değildir. Bu, bir milletin dünyaya açılan gözlerinin yenilenmesidir.
Bir sabah uyanır halk ve artık kelimeler bile daha sade, daha yakın gelir. Çünkü dil, yalnızca bir araç değil, düşüncenin ta kendisidir. O gün, millet olarak düşünme biçimimiz değişmiştir.
Cumhuriyet’in kültürel damarlarında bir devrim daha: İlk sesli Türk filmi “İstanbul Sokaklarında” gösterime girer. O perdeden yükselen ses, yalnızca bir karakterin değil, tüm bir milletin sesidir. Artık sessizliğin yerini ifade alma, duygunun karşısında durma cesareti vardır. O filmle birlikte sinema, artık sadece eğlence değil; bir aynadır, toplumun kalbidir.
1 Aralık, yalnızca politik olayların değil, bilimin, sanatın ve insanlık tarihinin de kilometre taşlarını taşır.
1865’te Amerika’da Shaw Üniversitesi kurulur; siyahların eğitim için verdiği mücadele, insanlık adına atılmış bir adımdır.
1913’te Ford Motor Company, ilk hareketli montaj hattını kurar. Bu, sanayi devriminin kalbidir. O andan itibaren üretim, insanın değil, sistemin temposuna göre ilerleyecektir.
1950’de Kore’de Türk Tugayı, Kunu-ri Muharebesi’ni kazanır. Binlerce kilometre ötede bile Türk askeri, bir dayanışmanın, bir onurun temsilcisidir.
1987’de Dünya Sağlık Örgütü, 1 Aralık’ı “Dünya AIDS Günü” ilan eder. İnsanlık, bu günden itibaren hastalık kadar önyargılarla da savaşmayı öğrenir.
Ve 1980’lerin karanlığında bir umut: Sanat dergisi “Gösteri” yayımlanmaya başlar. Turgut Özakman’ın Müsteşarlık koltuğuna oturduğu, Demir Özlü’nün vatandaşlıktan çıkarıldığı yıllardır o yıllar. Sanat susmaz, sadece biçim değiştirir.
1 Aralık, yalnızca tarihin değil, hayatın da hatıra defteridir.
Bu tarihte dünyaya gelenlerden bazıları, çağlarına yön vermiştir:
Nikolay Lobaçevski (1792) – Matematiğin boyutlarını değiştiren adam.
Marie Tussaud (1761) – Balmumu heykellerle ölümsüzlüğü yaratan kadın.
Richard Pryor (1940) – Kahkahanın içindeki acıyı anlatan Amerikalı komedyen.
Pablo Escobar (1949) – Tarihin en tartışmalı figürlerinden biri.
Ceylan Ertem (1980) – Türk müziğinde samimiyetin sesi.
Ve elbette bazıları bu gün sonsuzluğa uğurlandı:
James Baldwin (1987) – Irkçılığa karşı kalemiyle savaşan yazar.
David Ben-Gurion (1973) – İsrail’in kurucu Başbakanı.
Refik Durbaş (2018) – Şiirlerinde halkın sesini taşıyan büyük usta.
Can Gürzap (2023) – Sesiyle, duruşuyla, eğitmenliğiyle Türk tiyatrosuna iz bırakan adam.
Her biri, kendi döneminin aynası oldu. Kimisi sevgiyle, kimisi öfkeyle anıldı. Ama hepsi, bu dünyanın hikâyesine bir cümle bıraktı.
Tarih boyunca 1 Aralık, “dönüm noktası” olmayı sürdürdü.
Bir yanda harf devrimiyle aydınlanan Türkiye, diğer yanda özgürlük için ayağa kalkan halklar, bir başka yanda ise bilimin ve sanatın insanı daha insanca yaşamaya çağırışı…
Bu yüzden 1 Aralık yalnızca geçmişin değil, geleceğin de günü. Çünkü o bize diyor ki:
“Değişmekten korkma.”
Timur’un kuşattığı şehirden bugünün dijital ekranlarına kadar her şey değişti.
Ama değişmeyen bir şey var: İnsanlığın kendini yeniden tanımlama arzusu.
Kimi bunu bir harfle yapar, kimi bir notayla, kimi bir satırla. Ama her biri tarihin ortak diline katkıdır.
Benim için 1 Aralık, biraz hüzün, biraz umut günüdür. Çünkü bir yanda geçmişin acılarını, bir yanda geleceğin tohumlarını taşır.
Bir köy okulunda çocuklar yeni harfleri öğrenirken, bir başka kıtada özgürlük için bir halk ayağa kalkar.
Bir şehirde film perdesi açılırken, bir başka şehirde sesler susturulur.
Ama bütün bunların toplamı, insanoğlunun hikâyesidir.
Biz, bu hikâyenin yalnızca bugünkü cümlesiyiz.
Ve 1 Aralık, o cümlenin başına yazılmış kalın bir harftir.
Tarih, aslında kim olduğumuzu hatırlatır bize.
1 Aralık, bize hem değişimin gerekliliğini hem de geçmişe sahip çıkmanın önemini fısıldar.
Bir yanda yeni Türk harfleriyle yepyeni bir ülke doğar; diğer yanda sinema perdesinde kendi sesini duyan bir millet.
Bu tarih, bize hep şunu söyler:
“Geçmişine bak, ama orada kalma. Onu bil, ondan öğren, sonra kendi cümleni yaz.”
Bir sonraki yazıda görüşmek üzere.
Diğer içeriklere de göz atın.
Bu blog bağımsız bir platformdur ve desteklerinizle ayakta duruyor.
Bildirimleri açmayı unutmayın.
benosmancoskun.com
Yorumlar