6 Aralık, insanlığın vicdan, özgürlük ve adaletle sınandığı bir gündür; geçmişin yankısı hâlâ bugünü şekillendirir.
Arkadaşlar, dostlar ve dahi Romalılar merhaba…
Yılın 340. gününe gelindi. Takvim yaprakları inceliyor, şehirler erken kararıyor, hayat biraz daha sessizleşiyor. Ama 6 Aralık öyle sessiz geçilecek bir gün değil. Çünkü tarihin bugünü; Aziz Nikola’dan Finlandiya’nın bağımsızlığına, Lincoln’den Doctor Who’ya uzanan bir insanlık panoraması gibi.
Buyurun, bir çayınızı alın, 6 Aralık’ın tozlu raflarını birlikte aralayalım.
Başlayalım en bilinenle: Aziz Nikola Günü.
Yani dünyaca tanınan Noel Baba’nın ölüm yıldönümü. Evet, yanlış duymadınız. Noel Baba aslında Antalya’nın Demre (eski adıyla Myra) ilçesinde yaşamış bir piskopostu. Fakir çocuklara gizlice hediyeler verirmiş. Şimdi kapitalizmin vitrinine çevrilen o figür, aslında bir Anadolu iyilik hikâyesinin kahramanıydı.
Demre’deki kilisesinde bugün hâlâ dünyanın dört bir yanından insanlar dua ediyor. “Santa Claus” diye anılan o isim, aslında bizden biri. Fakat biz yine de kendi değerlerimizi ancak nostaljik haftalarda hatırlıyoruz.
Tarih bugünü ilk kez kayda alırken yıl 963.
Vatikan’da Papa VIII. Leo tahta oturuyor. Orta Çağ’ın karanlık günlerinde, dinle siyasetin birbirine karıştığı o kaotik dönemde, Papa olmak Tanrı’nın değil çoğu zaman kralın iradesine bağlıydı. Şimdi “Tanrı adına” hükmedenlerin yerini algoritmalar aldı belki ama aynı düzen hâlâ sürüyor. Sadece kıyafetler değişti.
Batu Han, 28 Kasım’dan beri kuşattığı Kiev’i fethediyor.
O dönem Kiev, 50 bin nüfuslu zengin bir ticaret merkeziydi. Moğol istilası sonrası nüfus 2 bine düştü. Şehrin taşları bile ağladı belki. Şimdi Kiev yine bir savaşın gölgesinde.
Bazı şehirler, yıkılıp yıkılıp yeniden doğmaya mahkûm.
Tarih kendini tekrarlıyor; sadece isimler değişiyor.
Ve bilgi çağının ilk ışığı: Encyclopedia Britannica.
Bugün Wikipedia’yı birkaç saniyede açıyoruz ama o yıllarda bir ansiklopedi hazırlamak yüzyılların emeğiydi.
Britannica’nın ilk baskısı 1768’de yapıldı. “Bilinmeyen her şey, bilinebilir” diyordu.
Fakat bugün bilgiye ulaşmak kolaylaştı ama bilene rastlamak zorlaştı.
Artık herkes her şeyi biliyor; ama kimse hiçbir şeyi anlamıyor.
İnternette 10 saniyelik videolarla öğrenmeye çalıştığımız dünyada Britannica’nın o sayfaları biraz romantik kalıyor ama hâlâ saygıyı hak ediyor.
Amerikan tarihinin karanlık bir günü.
Başkan Abraham Lincoln, Minnesota’daki Sioux isyanına katılan 303 Kızılderili’den 39’unun idamına onay veriyor.
Adalet dedikleri şey, güçlünün elinde her zaman bir silah olmuş.
Yüzyıllar geçti, ama Amerika hâlâ geçmişinin gölgesinden çıkamadı.
Bugün aynı topraklarda “özgürlük” sloganları atılırken, toprağın altında hâlâ öldürülen yerlilerin kemikleri var.
Ve yine aynı topraklar, bu kez bir adım atıyor:
ABD Anayasası’na köleliği yasaklayan madde ekleniyor.
Ama gel gör ki, bugün hâlâ ekonomik, politik ve psikolojik kölelikler devam ediyor.
Modern çağın zincirleri görünmez oldu sadece.
Bir kölelik bitti, başka bir kölelik başladı.
“Büyük özgürlük ülkesi” bile kapitalizmin esaretinden kurtulamadı.
Bir başka dönüm noktası: Washington Post yayımlandı.
Bugün dünya medyasının en etkili gazetelerinden biri.
Watergate Skandalı’ndan Panama Belgeleri’ne kadar sayısız gerçeği ortaya çıkardı.
Ama dikkat edin, gazetecilik o zaman “hakikatin peşinde olmak” demekti.
Bugün ise “etkileşim almak.”
Gerçekler değil, algoritmalar manşet belirliyor artık.
Washington Post bugün doğdu ama medya o gün bugündür yavaş yavaş ölüyor.
Aynı yıl bir başka devrim: Thomas Edison, ilk ses kaydını yaptı.
“Hello!” diye başlayan o kayıt, insanlığın kendi sesini ilk kez duyduğu andı.
Bugün ses kayıtlarıyla her şey mümkün.
Ama garip değil mi?
İlk kez sesimizi duyduğumuz günden bu yana, birbirimizi duymayı unuttuk.
Edison’un gramofonundan çıkan o “Hello” yankısı, belki de çağımızın son samimi selamıydı.
6 Aralık 1917’de Finlandiya, Rusya’dan bağımsızlığını ilan etti.
Kuzey’in bu küçük ülkesi, bugün dünyanın en yaşanabilir yerlerinden biri.
Soğuğun ortasında sıcak insanlar, temiz şehirler, ücretsiz eğitim ve güven.
Yani kısaca: “olması gereken.”
Bazen düşünüldüğünde, bazı ülkeler plan yaparken diğerleri sadece “dua ederiz belki düzelir” diyor.
Ve bu topraklarda bir ışık:
Mustafa Kemal, Ankara’da gazetecilere “Halk Fırkası’nı kuracağım” dedi.
O gün bir parti değil, bir dönüşüm hareketi doğdu.
Çünkü bu açıklama, Cumhuriyet’in temellerini atan iradenin ilanıydı.
1922, bir milletin kaderini eline aldığı yıldır.
Bugün hâlâ aynı cesaretle konuşulabiliyor mu?
Yoksa “aman bana dokunmasınlar” diye susuluyor mu?
Tarih, sessiz kalanları affetmez.
ABD Başkanı Eisenhower, Türkiye’ye geldi.
İlk defa bir Amerikan başkanı ülkemizi ziyaret ediyordu.
O zamanlar “müttefiklik” deniyordu adına.
Sonra üsler kuruldu, anlaşmalar yapıldı, borçlar alındı.
Bugün hâlâ o ziyaretin gölgesinde yaşanıyor.
Bağımsızlık bir ruh halidir;
bir kez kaybedilince, bir daha tam kazanılamaz.
Hindistan, Pakistan’dan ayrılıp bağımsızlığını ilan eden Bangladeş’i tanıdığını açıkladı.
Bir halk daha özgürlük yoluna çıktı.
Ama o özgürlük, savaş ve açlıkla bedellendi.
Yine de tarih şunu söylüyor:
Bir millet, adını kendi koymadıkça özgür sayılmaz.
6 Aralık 1981’de, kılık kıyafet yönetmeliği Resmî Gazete’de yayımlandı.
Okullarda başörtüsü ve sakal yasaklandı.
Yani devlet, insanların saçına ve sakalına karışacak kadar “yakın”laştı.
Her dönem birileri “doğru giyinme”yi tanımladı.
Oysa insanın nasıl giyindiği değil, nasıl düşündüğü önemlidir.
Ama bizde hep tersi oldu: dışını düzelt, içini boş bırak.
Yine 6 Aralık, yine bir son.
Milli Güvenlik Konseyi (MGK) yönetimi sona erdi.
Ama giderken arkasında şu cümleyi bıraktı:
“Kendi dönemimizi kötüleyen her türlü söz yasaktır.”
Yani “eleştirme” dediler.
O günden beri eleştirinin adı hainlik oldu bu ülkede.
Tarihi anlamak için bazen sadece bir cümle yetiyor:
Korkunun dili sansürdür.
Biraz nefes alalım.
BBC, 1989’da Doctor Who’nun klasik serisini yayından kaldırdı.
O efsane dizinin 26 yıl süren yolculuğu o gün sona erdi.
Ama tıpkı zaman yolcusu Doktor gibi, 2005’te yeniden doğdu.
Bazı hikâyeler ölmez; sadece form değiştirir.
Doctor Who, bir diziden fazlasıdır:
Zamanın içinden insanlığı anlatır.
Ve her bölümde hatırlatır:
“Zaman kimseyi beklemez.”
Venezuela’da Hugo Chávez, seçimleri kazandı.
Yoksulların, dışlananların sesi oldu.
“21. yüzyıl sosyalizmi” dedi; dünyanın düzenine kafa tuttu.
Batı basını onu diktatör ilan etti.
Ama halk hâlâ onu “komutan” olarak anıyor.
Çünkü bazen devrim, kitlelerle değil, bir sesle başlar.
Ve Chávez o sesi yükseltti.
Bugün Latin Amerika yeniden o sesi duymaya başladı.
Yani tarih yine dönüyor.
Yoksulların sabrı bittiğinde, düzenin duvarları çatırdar.
Atina’da 15 yaşındaki Alexandros Grigoropoulos, polis kurşunuyla öldürüldü.
Ve ardından gençler sokaklara döküldü.
Bankalar, devlet binaları, mağazalar…
Ama aslında yanan şey öfke değil, adalet duygusunun yok oluşuydu.
Her çağın bir kıvılcımı vardır.
Bir yerde “yeter artık” denir, diğer yerde “susun.”
Ve insanlık hep o iki ses arasında kalır.
Son yılların önemli kaybı:
Teoman Duralı.
Felsefe profesörü, düşünür, biyolog, akademisyen.
Bir aydının nasıl “hakkıyla yaşanacağını” gösteren bir isimdi.
Felsefeyi halka indiren ama asla basitleştirmeyen bir öğretmendi.
Onun ölümünden sonra üniversiteler biraz daha sessiz,
sokaklar biraz daha yüzeysel kaldı.
Çünkü o nesil gidiyor.
Yerine, tweet atabilen ama düşünemeyen bir kuşak geliyor.
Bir gün içinde neler yaşanmış bakın:
Papa seçilmiş, şehirler yıkılmış, ülkeler doğmuş, fikirler yasaklanmış, müzikler kaydedilmiş, insanlar ölmüş, halklar ayağa kalkmış.
Tarihte bugünü okumak aslında insanlığın aynasına bakmaktır.
Her olay, aynı şeyi hatırlatıyor:
Güç, bilgi, inanç, cesaret… Hepsi bir denge ister.
Birinden biri fazla olursa, tarih acı bir şekilde hatırlatır.
Steven Spielberg’in yönettiği bu film, Abraham Lincoln’ün köleliği kaldırma sürecini anlatıyor.
Sadece bir politik film değil; insanın vicdanıyla iktidar arasındaki savaşını da gösteriyor.
Daniel Day-Lewis’in oyunculuğu, tarihle duyguyu birleştiriyor.
Bugün hâlâ adalet üzerine düşünmek isteyenler için mükemmel bir tercih.
BBC’nin 50. yıl özel bölümü.
Zaman, mekân ve vicdan üzerine yapılmış en güzel televizyon anlatılarından biri.
İnsan olmanın ağırlığını ve affetmenin büyüklüğünü hatırlatıyor.
Ve sonunda o cümle geliyor:
“Herkes bir kahraman olamaz, ama herkes bir şeyleri kurtarabilir.”
6 Aralık, sadece takvimdeki bir gün değil.
Bir aynadır.
O aynaya bakıldığında kimisi Aziz Nikola gibi iyiliği,
kimisi Lincoln gibi ikilemleri,
kimisi Mustafa Kemal gibi iradeyi görür.
Ama bazen de insan kendi yansımasını fark eder;
hangi tarafın tarihine yazılacağını o an seçer.
Bir sonraki yazıda görüşmek üzere.
Diğer içeriklere de göz atın.
Bu blog bağımsız bir platformdur ve desteklerinizle ayakta duruyor.
Bildirimleri açmayı unutmayın.
Yorumlar