14 Aralık’ta tarihe yön veren olaylar arasında Konstantinopolis’in büyük depremi, Max Planck’ın kuantum teorisini açıklaması, Roald Amundsen’in Güney Kutbu’na ulaşması ve İstanbul’un dönüşüm hikâyesi yer alıyor.
Arkadaşlar, dostlar ve dahi Romalılar merhaba…
Bugün 14 Aralık, yılın 348. günü. Son 17 gün kaldı, takvim yine kendi sonuna doğru ağır ağır yürürken biz hâlâ “bu yıl da nasıl geçti anlamadım” diyoruz.
Ve bugün doğan tüm Yay burcu dostlarımın doğum günü kutlu olsun!
Macera, özgürlük, dürüstlük ve biraz da düşünmeden konuşma burcusunuz. İyi ki doğdunuz! Siz olmasanız bu dünya biraz fazla ciddi, fazla gri olurdu.
Gelin şimdi tarihin sayfalarını biraz karıştıralım. Ama öyle klasik, kuru bir tarih yazısı değil bu; geçmişle bugünün birbirine nasıl benzediğini, insanlığın nasıl aynı hataları dönüp dolaşıp yaptığını birlikte görelim.
Yıl 557. Konstantinopolis büyük bir depremle sarsılıyor.
Şimdi şöyle düşünelim: Konstantinopolis dediğimiz yer aslında bugünkü İstanbul.
Evet, yanlış duymadınız. Roma İmparatoru I. Konstantin, 330 yılında başkenti Roma’dan alıp o dönemin Bizantion adlı şehrine taşıdı. Şehri yeniden inşa ettirdi, surlarını yükseltti, saraylarını yaptırdı ve adına “Constantinopolis” — yani Konstantin’in Şehri — dedi.
Sonra tarih değişti, imparatorluklar yıkıldı, Fatih Sultan Mehmet geldi, şehir 1453’te fethedildi ve adı yavaş yavaş İstanbul oldu. Ama deprem mi? O hiç değişmedi.
O gün Konstantinopolis sallanıyordu, bugün İstanbul sallanıyor.
O zamanlar ne AFAD vardı ne kentsel dönüşüm. İnsanlar elleriyle enkaz kaldırıyordu.
Aradan 1500 yıl geçti ama biz hâlâ “deprem değil bina öldürür” cümlesini ezberden söylüyoruz.
Demek ki asıl sarsıntı toprakta değil, insanın kendini değiştirememesinde yaşanıyor.
Alabama, ABD’nin 22. eyaleti oldu. O yıllarda köleliğin hüküm sürdüğü bu topraklar, bugün “özgürlükler ülkesi” diye anlatılıyor.
İroni mi? Evet.
Tarih zaten biraz da güzel ambalajlanmış çelişkiler değil midir?
Bugün Alabama futboluyla, festivalleriyle anılıyor ama bir zamanlar zincirlerle anılıyordu. İnsanlığın ilerlediği iddiası, bazen sadece marka değişimidir.
Max Planck, Berlin’de bilim dünyasını sarsan bir şey açıkladı: Kuantum Teorisi.
O gün kimse tam olarak anlamadı.
Bugün de anlamayan çok, ama artık “enerjini yükselt, evrenden iste” diyen versiyonu her yerde.
Planck’ın “enerji” dediği şey fizik yasasıydı, kişisel gelişim sloganı değil.
Ama kabul edelim, kuantum bugün en çok Instagram’da işe yarıyor — özellikle motivasyon sayfalarında.
Norveçli kaşif Roald Amundsen, Güney Kutbu’na ulaştı.
Eksi elli derecede, kar üstünde yürüyen bir adam düşünün. Sadece “Oraya ilk ben vardım” demek için hayatını riske atıyor.
Bugün insanlar bunu “story” atmak için yapıyor.
O zaman harita çizmek için donuyorlardı, şimdi “selfie çekmek” için.
Zaman değişti ama gösterişin formatı hep aynı kaldı.
Cumhuriyet’in genç yılları. Bilim, kültür, ilerleme rüzgârları esiyor.
İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi açılıyor.
Ekonomiyi öğreten bir kurum kuruldu o yıl.
2025’e geldik, hâlâ ekonomi konuşuyoruz — ama ders değil, kriz olarak.
Sanki o fakülteyi kurduk, ama kimseyi mezun etmedik.
O gün Selim Sarper, Birleşmiş Milletler kürsüsünde kararlı bir sesle şunu söyledi:
“Kıbrıs, Türk sahillerinden 40 mil ötededir. Yunanistan’a 600 mil mesafede olan bu ada Yunanistan’ın olamaz.”
Ne kadar net, ne kadar diplomatik bir cümle.
Bugün aynı cümleyi kursan “sert çıktı” manşeti atılır.
Diplomasinin gücü, o zaman kelimelerdeydi; bugün artık “tweet” uzunluğunda.
O yıl OECD kuruldu. Türkiye de “ben de varım!” dedi.
Ama aradan 65 yıl geçti, hâlâ “gelişmekte olan ülke” kategorisindeyiz.
Sonsuz bir “yükleniyor” ekranı gibi; kalkınma hep yolda, ama hiçbir zaman tamamlanmıyor.
NASA’nın Mariner-2 uzay aracı Venüs’ün yanından geçti.
O zamanlar insanlar gökyüzüne hayranlıkla bakıyordu.
Bugün biz hâlâ yeryüzündeki trafiği çözemedik.
Uzaya araç yollamak mı? Eh, biz daha hâlâ şehir içi toplu taşımayı koordine edemiyoruz.
O yıl Tunç Okan, “Otobüs” filmini çekti.
İsveç’te bir grup Türk işçinin yabancı bir ülkede sıkışıp kalmasını anlattı.
Yıl 1977 idi. Bugün hâlâ aynı hikâyeyi yaşıyoruz.
Yalnız fark şu: Artık o otobüslerin yerini uçaklar aldı.
Ama duygular, yalnızlıklar, köksüzlük aynı kaldı.
Bir coğrafyanın kaderi bir kez daha değişti.
İsrail, Golan Tepeleri’ni Suriye’den kopardı.
Bugün hâlâ barış yok.
Dünya, savaşları tartışıyor ama silahları üretmeye devam ediyor.
İnsanlık belki de barışı değil, savaşı daha iyi öğrendi.
Roman Kosecki, 2 milyon dolara Galatasaray’a transfer oldu.
O dönem için inanılmaz bir rakam.
Bugün aynı paraya futbolcular sadece saç ektiriyor.
Romantizmiyle futbol başka bir şeydi. Şimdi sahada değil, reklamlarda oynanıyor.
Dayton, Ohio’da Bosna Savaşı sona erdi.
Ama o coğrafyada barış hiçbir zaman tam gelmedi.
Savaş bitmişti ama insanlar hâlâ o savaşın içinde yaşıyordu.
Çünkü bazı savaşlar toprağı değil, vicdanı yakar.
Türkiye siyasetinde yeni bir dönem gibi görünen, ama aslında “eskinin yeni versiyonu” olan bir gelişme: Mehmet Ağar DYP’nin başına geçti.
Bizde siyaset biraz müzik gibi; melodiler değişir, ama sözler hep aynıdır.
ABD, Sandy Hook İlkokulu’nda korkunç bir katliam yaşadı.
20 çocuk, 6 yetişkin öldü.
En gelişmiş ülke bile kendi çocuklarını koruyamıyor.
Ve hâlâ “silahlanma özgürlüğü” savunuluyor.
İnsanoğlu zekâ olarak ilerledi ama vicdan olarak yerinde saydı.
Geçtiğimiz yıl Hasan Bitmez, Meclis kürsüsünde konuşurken fenalaşmış ve oracıkta yere düşmüştü.
Sözlerini bitirdi, ama sözü bitmedi.
Bazen bir insanın kalbi, koca bir sistemin vicdanını hatırlatır.
Hasan Bitmez o gün düştü ama geride bıraktığı cümleler ayakta duruyor.
Nostradamus, Tycho Brahe, Paul Éluard, Selda Bağcan, Jane Birkin, Dilma Rousseff, Michael Owen, Vanessa Hudgens ve daha niceleri…
Ve elbette bugün doğan tüm Yay burçları!
Evrenin enerjisi sizinle olsun, umutlarınız hiç sönmesin.
Çünkü bu dünya, sizin o özgür, neşeli halinize gerçekten muhtaç.
Tarih bize bugün bir kez daha hatırlatıyor:
Yüzyıllar geçiyor, ama insanoğlu aynı dersleri tekrar ediyor.
Depremler, savaşlar, hırslar, hayaller… Hepsi aynı döngüde.
Ama yine de bir şey değişmiyor:
Umudunu kaybetmeyenler hâlâ var.
Belki de bu yüzden tarih hâlâ yazılmaya değer.
Bir sonraki yazıda görüşmek üzere.
Diğer içeriklere de göz atın.
Bu blog bağımsız bir platformdur ve desteklerinizle ayakta duruyor.
Yeni yazılardan ilk sen haberdar olmak için benosmancoskun.com WhatsApp kanalına katılmayı unutma.
Yorumlar