Advert
Advert

1 Aralık’ta İzlenmesi Gereken İki Film: Zaman ve Vicdan Arasında

1 Aralık’ta izlenmesi gereken iki film — The Green Mile ve About Time — insanın vicdanı ile zamanı arasındaki ince çizgide, hayatın anlamını yeniden hatırlatıyor.

Yayınlanma Tarihi : Google News
1 Aralık’ta İzlenmesi Gereken İki Film: Zaman ve Vicdan Arasında

Arkadaşlar, dostlar ve dahi Romalılar merhaba…

Takvim 1 Aralık’ı gösteriyor.
Dışarıda hava gri, rüzgâr keskin, güneş kendini bulutların ardına gizlemiş. Keşan’da sabah saatlerinde pencerenin buğusuna parmağınla “1 Aralık” yazdığın o anı biliyorum. İşte tam da o an, insanın içine bir film arzusu doğar. Çünkü soğuk günlerde insanın en yakın dostu sıcacık bir bardak çay ve iyi seçilmiş bir filmdir.

Bugün size iki film önereceğim. Ama öyle rastgele değil — bu filmler yalnızca izlenmez, yaşanır. Her biri, Aralık ayının ruhuna denk düşen iki ayrı dünyanın hikâyesini anlatıyor. Biri ölümün içindeki hayatı, diğeri hayatın içindeki ölümü gösteriyor.
Birlikte izlediğinizde, yaşamın anlamını sorgulatan, yüreğinizi aynı anda hem ısıtıp hem de burkan iki yapıtla karşılaşacaksınız: The Green Mile ve About Time.


1. Film: The Green Mile – Yeşil Yol (1999)

“Adalet bazen bir dua kadar sessizdir.”

Bazı filmler vardır, bitince gözlerini kaparsın ve uzun süre sessiz kalırsın. Sanki içinde bir mahkeme kurulmuştur; vicdan hâkim, kalp sanıktır. The Green Mile (Yeşil Yol) işte tam da böyle bir film.

Frank Darabont’un yönettiği, Stephen King’in aynı adlı romanından uyarlanan bu eser, 1930’lu yılların Amerika’sında, ölüm hücrelerinde geçen bir hikâyedir. Ancak bu yalnızca bir hapishane filmi değildir. Bu film, “insan olmanın ağırlığı” hakkında yazılmış bir destandır.

Kısa Konu

Louisiana’daki Cold Mountain Cezaevi’nde, idam cezasına çarptırılmış mahkûmların son günleriyle ilgilenen bir gardiyan vardır: Paul Edgecomb (Tom Hanks). Paul ve ekibi, her mahkûmun son yürüyüşünü “yeşil zeminli koridor”da gerçekleştirir. Bu koridora “Green Mile” denmektedir — ölümle yaşam arasındaki o kısa, ama sonsuz anlam yüklü yol.

Bir gün cezaevine dev gibi bir adam getirilir: John Coffey (Michael Clarke Duncan). Suçlama korkunçtur — iki küçük kızı öldürmek. Ancak Coffey’nin bakışlarında bir kötülük değil, bir kırılganlık vardır.
Ve zamanla Paul fark eder ki, Coffey sıradan biri değildir. Çünkü o, ellerini birine uzattığında hastalıklar iyileşir, ölüler bile yaşam bulur.
Yani, mucizeler vardır — ama dünya buna hazır değildir.

Adalet, Suç ve İnanç Arasında

Filmin her dakikası, insanın vicdanıyla Tanrı arasındaki ince çizgide yürür.
Adalet kavramı, bir dosyanın içinde değil, bir kalbin içinde aranır.
Ve sonunda anlarız ki, Coffey suçsuzdur.
Ama sistemin gözünde “farklı” olmak bile suçtur.

Coffey’nin söylediği o unutulmaz söz, insanlığın özetidir:

“İnsanlar birbirine o kadar kötülük ediyor ki… İçimdeki ışık artık dayanamıyor.”

Bu cümle, yalnızca filmdeki bir karakterin değil, yeryüzünün ağıtıdır.
İnsanoğlunun karanlığı, bir mucizeyi bile öldürebilecek kadar büyüktür.

Oyunculuk ve Duygusal Etki

Tom Hanks’in sade, ölçülü ama sarsıcı performansı, film boyunca insanın kalbine dokunur.
Michael Clarke Duncan ise, dev cüssesine rağmen çocuk kalpli bir insanın masumiyetini öyle içten oynar ki, her bakışında ağlamamak elde değildir.

Filmin müzikleri, ışığı, renk paleti — hepsi kutsal bir hava taşır.
Zindan karanlıktır ama Coffey’nin varlığıyla aydınlanır.
Kameranın her hareketi, bir dua gibi yavaş ve anlamlıdır.

Neden 1 Aralık’ta İzlenmeli?

Çünkü Aralık, yılın vicdan ayıdır.
Bir yılın sonunda herkes biraz muhasebe yapar: “Kime iyi davrandım? Kime haksızlık ettim?”
İşte bu film, tam da o soruları sorar.
Coffey’yi izlerken, aslında kendine bakarsın.
Karanlıkta bile ışık taşımanın ne kadar zor ama ne kadar gerekli olduğunu hatırlarsın.

The Green Mile, yalnızca bir film değil; bir dua, bir ağıt, bir arınmadır.
İzlediğinde ağlayacaksın, evet — ama gözyaşlarının içinde bir huzur bulacaksın.


2. Film: About Time – Zamanda Aşk (2013)

“Zamanı geri alamazsın, ama anlamlandırabilirsin.”

Birinci film seni ağlatacak, ikincisi ise o gözyaşlarını tebessüme çevirecek.
Çünkü About Time, tam anlamıyla “hayata yeniden inanma” filmidir.

Richard Curtis imzalı bu film, bir aşk hikâyesinin çok ötesindedir.
Aslında bir “yaşam rehberi”dir — üstelik hiçbir felsefe kitabının yapamadığı kadar sade bir dille anlatılmış bir rehber.

Kısa Konu

Tim adında utangaç bir genç vardır. 21 yaşına geldiğinde babası ona bir aile sırrını açıklar:
Ailedeki erkekler, istedikleri zamana geri gidebilmektedir.
Zaman yolculuğu…
Ama yalnızca kendi geçmişlerine.

Tim, bu gücü ilk başta hayatını düzeltmek için kullanır: bir kadına yaklaşmak, utandığı bir konuşmayı düzeltmek, kötü bir günü yeniden yaşamak…
Ama zamanla anlar ki, geçmişi değiştirmek hayatı güzelleştirmiyor; güzellik, hatalarıyla birlikte yaşamaktan geliyor.

Zamanın İçindeki Aşk

Filmdeki “zaman yolculuğu” aslında bir metafor.
Hepimizin keşke diyerek yaşadığı o anları hatırlatıyor:
“Keşke ona şunu söyleseydim.”
“Keşke o gün farklı davransaydım.”
Ama film diyor ki:

“Hayat mükemmel olduğunda değil, kusurlarıyla kabullendiğinde güzelleşir.”

Baba-Oğul İlişkisi: Filmin Kalbi

Filmin en güçlü yönü aşk hikâyesi değil, baba-oğul arasındaki o yumuşak bağdır.
Tim’in babası, geçmişe dönmekten çok “anda kalmayı” öğretir.
Birlikte oynadıkları pinpon sahnesi, sinema tarihinin en sade ama en vurucu sahnelerinden biridir.

Ve o veda…
Zamanın artık geriye alınamayacağı o an…
İzleyen herkesin boğazına düğüm olur.

Oyunculuk, Atmosfer ve Renkler

Domhnall Gleeson’un saf, sevimli enerjisiyle Rachel McAdams’in sıcaklığı birleşince film bir terapiye dönüşür.
Görüntü yönetimi, İngiltere’nin sisli sokaklarını pastel tonlarda gösterir.
Aralık ayının o gri, ama huzurlu atmosferiyle birebir uyum içindedir.
Müzikleri de cabası…
Benim için film bittiğinde müzik çalmaya devam eder; sanki hayatın sesi gibi.

Neden 1 Aralık’ta İzlenmeli?

Çünkü yılın son ayı, “zaman”la ilgili en çok düşündüğümüz dönemdir.
“Bu yıl ne yaptım, neyi kaçırdım, kimleri kaybettim?” sorularının en çok yankılandığı günlerdir.
About Time, o sorulara cevap vermez ama bir farkındalık kazandırır:
Zamanı geri alamazsın, ama onu nasıl yaşadığın sana bağlıdır.
Hayat, anı kaçırmamakla ilgilidir.

Kısacası bu film, Aralık ayına bir teşekkür notu gibidir.
Kusurlarla dolu ama gerçek bir hayatın ne kadar kıymetli olduğunu gösterir.


İki Film, Tek Duygu: Minnet

1 Aralık, bir geçiş günüdür.
Kasım’ın yorgunluğu henüz bitmemiştir ama Aralık’ın umutları da çoktan başlamıştır.
İşte bu iki film, o geçişin tam ortasında durur:

  • The Green Mile, insanın kalbindeki karanlığa ışık yakar.

  • About Time, insanın ruhundaki ışıltıyı yeniden hatırlatır.

Biri seni içsel bir mahkemeye çıkarır, diğeri ise affetmenin güzelliğini öğretir.
Biri ağlatır, diğeri güldürür ama sonunda aynı yere varırsın:
Minnet.

Çünkü yaşam, ne kadar zorlu olursa olsun, hâlâ yaşanmaya değerdir.
Bir insanın sana gülümsemesi, bir babanın vedası, bir dostun kelimesi, bir fincan çayın buharı…
Hepsi hayatın kendisidir.


Aralık Ruhuyla İzlenmesi Gereken 5 Sahne

  1. John Coffey’nin Dua Sahnesi – The Green Mile
    Gözyaşlarının içinden bir mucize doğar. İnsanlığın hâlâ kurtuluşu olabileceğini düşündürür.

  2. Coffey’nin Son Yürüyüşü – The Green Mile
    “Yeşil Yol” yalnızca bir koridor değil; ölümün sessizliğiyle barışan bir insanın yürüyüşüdür.

  3. Baba ile Pinpon Sahnesi – About Time
    Hiç konuşmadan her şeyi anlatabilmenin mümkün olduğunu gösterir.

  4. Yağmur Altında Evlilik Sahnesi – About Time
    Hayatın güzelliği, kusurlarında gizlidir. Islanmak, bazen en güzel duygudur.

  5. Filmin Son Monoloğu – About Time
    Tim’in o cümlesi, her izleyenin zihninde kalır:

    “Artık zaman yolculuğu yapmıyorum, çünkü her günü sanki geri dönemeyecekmişim gibi yaşıyorum.”


Bu Filmlerden Öğrendiğim 3 Hayat Dersi

  1. Merhamet, zekâdan değerlidir.
    Coffey’nin dev elleriyle yaptığı iyilik, dünyanın bütün adalet sistemlerinden daha büyüktür.

  2. Zamanı kontrol etmek değil, anlamak gerekir.
    Tim geçmişi değiştirmeyi bırakıp bugünü yaşamayı öğrendiğinde gerçek anlamda özgürleşir.

  3. İyilik, küçük anlarda saklıdır.
    Bir fincan çay, bir içten selam, bir el sıkışma…
    Bunlar dünyanın dönmesini sağlayan görünmez güçlerdir.


Sonuç: Aralık’ın Işığı

Her Aralık geldiğinde, içim biraz Truman olur, biraz Szpilman, biraz Coffey, biraz Tim.
Biraz sorgular, biraz sever, biraz unutur, biraz affederim.
Çünkü Aralık, insanın kendine döndüğü aydır.
Yıl biterken herkes biraz geçmişine, biraz geleceğine bakar.

İşte bu yüzden The Green Mile ve About Time tam bugün izlenmelidir.
Biri karanlığı gösterir, diğeri ışığı.
Biri acıyı öğretir, diğeri sevgiyi.
Ve ikisi birden izlenince insan, şunu fısıldar kendi kendine:

“Evet, hayat her şeye rağmen güzeldir.”


Bir sonraki yazıda görüşmek üzere.
Diğer içeriklere de göz atın.
Bu blog bağımsız bir platformdur ve desteklerinizle ayakta duruyor.
Bildirimleri açmayı unutmayın.

benosmancoskun.com

begendim
1
Begendim
bayildim
0
Bayildim
komik
0
Komik
begenmedim
0
Begenmedim
uzgunum
0
Uzgunum
sinirlendim
0
Sinirlendim

Yorum Gönder

Yorumlar