Buna başlık koyma Samet, bunun başlığı bu olsun!

Sevgili Samet Balta’nın 19 Şubat 2017 Pazar günü arayıp “aga, YazarKafa Dergisinin yeni sayısı için bir şeyler göndermeyeceksin galiba, bu ne rahatlıktır” demesi üzerine aynı gün saat 17.45 civarında bilgisayarın başına geçip zorlamayla yazılmaya çalışılan yazıdır.
Çünkü uzun zamandır hiçbir şey yazmadım. Yazdıklarımı da beğenmedim. Bu yazdığımı beğenecek miyim bilmiyorum! Ben beğenmezsem siz beğenir misiniz? Onu da bilmiyorum. Dostoyevski diyor ki; “yazar önce kendi yazdığını kendisi beğenecek, iki yüzlülüğün manası yok, kendi beğenmediğiniz şeyleri başkasının beğenmesini beklemeyin,” tam olarak böyle değilse bile buna benzer şeyler diyordu Dosto.
Aslında anlatmak istediğim o kadar çok şey var ki, onun için anlatamıyorum sanırım. Boğazıma kadar doluyum. Bu sadece yazmayla ilgili de bir problem değil üstelik. Konuşmayı da bıraktım uzun zaman önce. Boyuna susuyorum. Haberleri izliyorum, susuyorum. Sanki memlekette ve dünyada her şey güllük gülistanlıkmış gibi, ana haber bültenlerinde portakalın suyunu daha fazla nasıl çıkarabiliriz diye anlatıyorlar. Aklımızla dalga geçiyorlar. Bütün kanallarda aynı haberler, bütün gazeteler aynı manşet, bütün radyolarda aynı anlamsız şarkılar çalınıyor. Hayatımızın tamamını çalıyorlar böyle böyle. Yaşamdan zevk almanın yöntemlerini bilmiyorum, açık ve net. Sizin de bildiğinizi sanmıyorum.
Şiir yazmıyorum, yazı yazmıyorum, doğru düzgün kitap okuyamıyorum. Her şeyden sıkıldım. Çalıştığım işte hepiniz gibi paraya ihtiyacım olduğu için bulunuyorum. Yılmaz Erdoğan’ın şiirinde bahsettiği gibi, “hiçbir şey alıp hiçbir şey sunan, memurlar” tayfasından olmak bunu gerektiriyordur belki de. “Siktir git, istifa et” diyecek olursanız, onu da sıktıramıyorum. Boğuluyorum. Nefes alamıyorum. Samimiyetsiz samimiyetlerinizden sıkıldım. Yarım yamalak gülüşlerinizden, donuk bakan gözlerinizden. Hepinizin geçmişten gelen bir yara izi var, biliyorum! Adım gibi biliyorum bunu! Çünkü benim de var! Hepimizin hayatına giren insanlar, yani sevgili olarak hayatımıza aldığımız insanlar, başkalarından aldıkları yarayı tamir için bizimle birlikteler. Bunu bilmiyormuş gibi yapmak iki yüzlülüğünü kendime yakıştıramıyorum, bu sefer de sinirleniyorum. “Geçmişi geçmişte bırakacaksın aga” edebiyatlarına karnım tıka basa tok! Bir insanın başına gelebilecek en kötü şey, inancını kaybetmekmiş sanırım, bunu yeni yeni anlıyorum. Yabancısı değilim, yaşadığınız bütün yaraların kanayan yeriyim ben. İnce ince sızıyorum, ince ince sızlıyorum her nefes alışta. Anlamıyorsunuz hiçbiriniz beni, çünkü siz ilkin kendinizi anlamıyorsunuz!
Etrafınıza bakın, her gün onlarca insan evlenip duruyor. İki ay sonra boşanıyor. Öyle veya böyle boşanmayıp ilişkilerini devam ettirebilen çiftlerin çocuklarına bakın, gözlerinin içine bakın o çocukların. Sahipsizliği göreceksiniz. Özellikle aşksız evliliklerinizi çocukla taçlandırmayın. Yapmayın bunu! Aşksız evlilikleriniz yüzünden gerizekalı bir nesil türedi. Hiçbir şeyden haberi olmayan, etrafına bön bön bakıp duran. Mantık evliliği diye bir şey meydana getirdiğiniz dünyanızı hiçbir zaman sevemedim, sevmeye de niyetim yok! Yapmış olduğunuz mantık evliliğinize bir şey dediğim yok, yapmışsınız bir kere de, gözünüzü seveyim çocuk yapmayın. O mantık evliliği adını verdiğiniz zırvaya çocuk fazla gelir ve yapabileceğiniz en mantıklı şey de çocuk yapmamaktır. Salak saçma çoğalıp duruyorsunuz, yeter çoğalmayın artık. Nefes alacak yer kalmayacak dünyada.
Neyse, Samet kardeşim, benden bu seferlik bu kadar olsun, kafam Çanakkale’nin Ayvacık ilçesi gibi, günde 700 bin defa sallanıyorum. Yıkılmadım sanıyorlar. Öyle sansınlar. Belki bir sonraki sayıda yazmam. Ara vermeyi düşünüyorum. Zaten yazamıyorum. Öptüm.
Osman Coşkun
0 YORUMLAR
Bu KONUYA henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu sen yaz...