Bugün de Ölmedim Anne (Anneme Açık Mektup - 1)

Bugün de Ölmedim Anne (Anneme Açık Mektup - 1)

Yüreğimi bir kalkan bilip, sokaklara çıktım
Kahvelerde oturdum, çocuklarla konuştum
Sıkıldım, dertlendim, sevgilimle buluştum

Bugün de ölmedim anne.

Ahmet Erhan

Günaydın anneciğim, günaydın babacığım, günaydın yedi mahalle, dört iklim, yeni kıta, mavi gök günaydın. İşte çıktım yine evimden salkım saçak nereye gittiğimi bilmeden gidiyorum kendi halimde. Kafamın içinde bin bir tane düşünce hüküm sürmekte ama hiçbirisini bir yere bir türlü bağlayamıyorum. Korkularım mı ağır basıyor, yoksa artık yoruldum mu bilmiyorum! Kalbimin orta yerinde devamlı surette bir endişe yumrusu, yani bunun adı endişe yumrusudur sanırım herhalde. Tıbbi bir adı olmasa gerek, zira herhangi bir sağlık problemim yok çok şükür. Ha bu arada kendimden bahsetmedim, hemen bahsedeyim; ben, Osman, siz bana yine de kısaca Osman deyin. Evet bana Osman diyebilirsiniz, teşekkür ederim. Ne diyordum, ben böyle nicedir kafamın içindeki düşüncelerle dolanıp duruyorum. Kimseler bilmiyor ne haldeyim. Kafamın içinde kurmuş olduğum bir dünya var ve o dünyanın içinde bütün suçlar işlenmekte. Kan gövdeyi götürüyor. Bu belki de iyi bir şeydir bilmiyorum. Yani en azından benim kafamın içinde oluyor, olması iyi bence, kafamın içinde oluyor ama olup bitmiyor devam ediyor. Hangi konuda, kiminle, neyle bir alıp veremediğim var bilmiyorum. Hiçbir şeyin tam olarak bilincinde değilim. Yitik bir kıta gibiyim, adım efsanelere karışmıştır belki.

Yüreğimi bir kalkan bildiğimden beri, neler neler göğüsledim. Bana yüreğimi bir kalkan bilmeyi niye öğütledin anne. Ben başıma gelen her şeyleri hep yüreğimle çözmeye çalıştım, olmadı. Mağlup oldum en nihayetinde. Azaldım, azaldıkça da yarınsız arkasız kaldım anne. Kendimi hiçbir yere ve hiçbir kimseye ait hissetmiyorum. Bu bugününün problemi değil lâkin, uzun zamandır bu böyle bende. Belki de anne sen beni bu dünyaya getirdiğin günden beri ben bu ait olamama problemini yaşıyordum da sen yanımda olduğundan mütevellit ben bunu dışarıya yansıtamıyordum. Hayat işte. Mukadderat mı dersin adına, ne dersen de işte.

Karşılıksız kere karşılıksız sevildiğim yüreklerden kendi yüreğime her sürgün edildiğimde, yani yalnızlıklar ülkesinin başkentine her geri döndüğümde ellerimin iler tutar yanı kalmıyordu anne. Azalıyorum anne, anlatamıyorum ama gerçekten azalıyorum. Kime ne anlatacağımı da bilmiyorum. Sanki insanlar beni dinlemiyor, dinliyor da anlamıyor, anlıyor da umursamıyor, umursuyor da, yok umursamıyor bu konuda kararım katidir. Kimse kimseyi umursamıyor burada anne.

İşte bu kahveye gelirim her gün böyle, oturur çay içerim. Çayı severim anne bilirsin, yanında sigara da içerim. Sen her ne kadar kızıyor olsan da bir türlü bırakamadım anne, bu da işte senin hayırsız oğlunun biricik kusuru olsun, ne yapayım. Yani bırakmaya yelteniyorum bazen. Çay sigarasız olmuyor gibi geliyor önce, sonra bir de düşünüyorum da sanki diyorum Osmancım diyorum kendi kendime, sanki çok dört dörtlük hayatın var da sigarayı bırakıp sağlıklı yaşayacaksın, hadi sağlıklı yaşayacaksın da ne yapacaksın? Farzı misal yaşadın 80 yaşına kadar diyorum, yani diyorum şimdi yaş 38 farzı misal bir 42 sene daha yaşadın. Olmaz da hadi diyelim olsun. Ne yapacaksın? İlk 38 yılda ne yaptın da ikincisinde ne yapacaksın? Böyle konuşunca kendimle, kendimi ikna ediyorum ve sigara içmeye devam ediyorum. Biliyorum üzülüyorsun anne de sen gittiğinden beridir benim geliş biletim bu meretten başkası değil. Yani ufak ufak intihar benimkisi aslında bir nevi. Diğerine cesaretim yok. O kadar da acelem yok yani. Nasılsa öleceğiz, ne demeye işi hızlandıralım değil mi anne? E sigara içerek biraz da olsun süreyi hızlandırmaya çalışıyorum işte olan biten bu anne. Sen üzülme yine de. İnsanlar öleceğini bildiği hâlde nasıl bu kadar hırslı, kindar, namussuz, iki yüzlü ve dahası hiç ölmeyecekmiş gibi yaşayabiliyorlar anne? Hiç bilmiyorum. insanların bu ölümsüzlük satan edalarına ayar olmuyor değilim, lâkin beni alakadar etmez anne, ben kendime bakarım. Ben sen gittiğinden beridir ölümü bir dakika bile çıkarmıyorum aklımdan anne. Bu da beni biraz olsun frenliyor belki de ne bileyim. Bir de şu sıralar intihar vakaları hortladı anne. Bir insanı intiharın kucağına götürüp atan ne olabilir diye düşünüyorum. Vardır illaki mantıklı bir gerekçeleri. En nihayetinde öleceğiz, erken gitmekte bir mahsur görmüyor olabilirler. Bence de bir sakıncası yok. İnsan ne zaman öleceğine kendisi karar vermeli kanaatimce. Baktın sıkılıyorsun her şeyden, hiçbir şey zevk vermiyor hop çekeceksin fişi. İnsanın öyle bir fişi ya da düğmesi olsaydı keşke, ama sadece kendisi kapatıp açabilecek. Mesela öte alem diye bir şey varsa şayet ki ben var olduğuna inanmak istiyorum. Misal bu alemde sıkıldın mı? Çek fişi ya da bas düğmeye kapat bu dünya ile olan bütün bağlantını geç öte aleme, orada da mı sıkıldın gel geri. Gerçi bu alemden gittikten sonra gelen hiç kimse olmadığına göre ora buradan daha güzel gibi herhalde sanki, ne bileyim. Şairin dediği gibi; “pek çok giden memnun ki yerinden, çok seneler geçti dönen yok seferinden…” Bilmiyorum anne, gerçekten bilmiyorum. Bildiğimden konuşmuyorum yani. Ha intihar demiştik en son, Camus’e göre bir tek felsefe konusu var “intihar” Bence de öyle. Çok enteresan. Mesela geçenlerde burada devlet hastanesinde çalışan bir adam intihar etti. Beşinci kattan attı kendini. Yani bir insanı bu noktaya ne getiriyor, bilmiyorum. Bilmek de istemiyorum sanırım anne. Gelgelelim beşinci kattan atlamak biçare olmanın göstergesi olduğu kadar cesaret de isteyen bir olay bence. Bence bütün korkaklar yaşamaya devam ederken, cesaretli olanlar önden gidiyorlar. Şimdi o adam atmış kendisini beşinci kattan. Kırılmadık kemiği kalmamıştır diye tahmin ediyorum. Hastane personeli olduğu için mi hastanede intiharı seçti, belki bir ihtimal ölmezsem bana müdahale etsinler diye düşünerek mi hastaneyi seçti intihar etmek için bilinmez. Bütün mesai arkadaşları o arkadaşı hayata döndürmek için canhıraş bir şekilde çabalamış. Ben sonradan öğrendim. Hayır, beşinci kattan kendisini atabilecek duruma gelmiş bir adamı hayata geri döndürerek ona iyilik mi yapmış olacaksınız, kötülük mü yapmış olacaksınız? Nereden baksan tutarsızlık nereden baksan ahmakça. Uzun zamandır kafamı kurcalıyor bu konu anne, bir sonuca varacağı da yok. Şimdiye kadar gelmiş geçmiş bir kamyon felsefeci bu konu üzerine kafa patlatmış bir sonuca varamamış, benim de bir sonuca varacağım yok en nihayetinde. Zaten felsefe de tam olarak bu demek değil mi? Deli saçması şeyleri sabahlara kadar savun, anlat, sanki kainatın tek hakikati gibi neferi ol. Değişen hiçbir şey olmasın. Laf ola beri gele işler. Schiller, Goethe’ye yazdığı mektupta da diyor ya hani; “şurası kesin ki şair tek gerçek insandır ve en iyi filozof onun karşısında yalnızca bir karikatürdür.” Ağır biraz anne biliyorum ama böyle yani durum.

Kahvelerde oturmaya devam ediyorum hala anne. Genellikle böyle beni pek kimsenin tanımadığı kahvelerde oturmaya özen gösteriyorum bu aralar. İnsanları gözlemliyorum. İnsanları gözlemlemek önemli benim için. Yeni bir kitap yazmayı düşünüyorum. Konusu ne olacak bilmiyorum şimdilik sadece düşünüyorum. Derken bir tane mendil satan çocuk geliyor kahveye. Mendil satmaya çalışıyor masaları dolaşarak. Bu ve buna benzer manzaraları gördükçe aklım fikrim yerinden çıkacak gibi oluyor, aşırı sinirleniyorum anne. Yahu bir insan mendil sattırmak için çocuk sahibi olur mu? Yani o çocuğu o duruma getireceksen bunun ön görüsünü yapacaksın. İnsan önce kendisine soracak, ben bu dünyaya ne verdim? Benim çocuğum bu dünyaya ne verebilir, dahası ben çocuğuma ne verebilirim? Çocuğu yaptın sal sokağa. Sonra? Yani sokakta yaşayan çocukları düşündükçe depremler oluyor beynimde anne. Muhtemel doğduğu gün evinde bayram havası yaşanan çocukların sokakta yaşıyor duruma gelmesini bir türlü kabul edemiyorum. Velev ki öldün gittin o çocuğun en azından iş güç sahibi olana kadar kendisini idame ettirebileceği bir parayı bırakmış olman lazım. Bırakamıyorsan yapma. Senin soyun da yürümesin bir zahmet. Sinirlendim gene anne, affet. Konuştum bu mendil satan çocukla da, dört kardeşlermiş. Babası hapisteymiş. En büyükleri olduğu için kardeşlerine bakma görevinin kendisine kaldığından dem vurdu. Sanki 12 yaşında değil de 40 yaşında bir adam konuşuyordu karşımda. Aklım havsalam almıyordu. Ne diyeceğimi, ne yapacağımı bilemedim. Geçenlerde de böyle yine aşağı yukarı aynı yaşlarda başka bir çocuk dikkatimi çekmişti yine başka bir kahvede. Okul saatinde niye okulda değil de burada olduğunu sorunca da “öğlenci” olduğunu söylemişti. Ben de inanmıştım ne yalan söyleyeyim. Bizim zamanımızda sabahçı öğlenci olayı vardı. Hala o sistem devam ediyor sandım işte ne bileyim. Meğersem okula gitmiyormuş ufaklık. Anne baba ilgilenmediği için, o da okula gidiyorum ayağına evden çıkıyor sağda solda dolaşıyordu. Biraz kurcalayınca olayı, anne babanın duyarsızlığından dolayı, çocuklarıyla ilgilenmedikleri ve bakamadıklarından dolayı devlet çocuklara el koymuş daha önce. Toplamda üç kardeşler. Bir tane kendisinden küçük kız kardeşi var. Bir tane de 20 yaşlarında abi var. Sosyal medyadan abisinin fotoğraflarına baktım evlere şenlik. Bir elinde bira şişesi bir elinde tabanca poz vermeler falan. Sen gittikten sonra buralar çok değişti anne. Aslında sen buradayken de vardı bu  tarz olaylar ama sanki senden sonra daha bir arttı anne. Bilmiyorum. Ben artık kaldıramıyorum. Ben bunları böyle sana niye anlatıyorum onu da bilmiyorum aslında anne. Anne ben galiba neden yaşadığımı, neden nefes aldığımı, bu dünyadaki gayemi falanımı filanımı neyim var neyim yok her şeyimi yitirdim sanırım. Dalından kopmuş ve oradan oraya amaçsızca savrulan bir yaprak gibiyim. Ne ağacın umurundayım ne dalın ne de baharın anne. Sensiz fenalardayım işte. Üzülme sen yine de. Benim belki de bu dünyada olma sebebim budur. Ben belki de melankoliyi bu dünyada yaymak için görevlendirilmişimdir. Misyonum budur belki benim. Bu misyonu da şiirler yazarak bir şekilde insanlara ulaştırmaya çalışıyorumdur. Belki bunlar benim ilahi kaderimin hep bir cilvesi. Ne bilelim ki anne, belki öyle, bence öyle, yani öyle bence anne. Ben niye böyle oldum diye düşünüyorum sen gittiğinden beri. Her şeylerin üst üste gelmesi neticesinde alt üst oluşlardan mütevellit bugün bu noktadayız anne. Noksansız bu noktadayız ama. Tam takım buradayız. Gelgelelim burası neresidir, bilmiyoruz.

Bunca derdin kederin içerisinde vicdanı olan hiç kimse rahat olamaz anne. İnsanın 37-38 yaşında bu kadar sakalları beyazlar mı anne? Bu ülkede beyazlıyor işte. Ben yıllardır söylüyorum anne. Bu ülkede yaşamak sağlığa zararlıdır. Bu ülke pandemisi uygulanmalı bence bize. Sokağa çıkmamız yasaklanmalı. Ha Covid pandemisinden farklı olarak dışarıya çıkarken maskelerimizi evde bırakmak zorunluluğu getirilmeli. Bıktım ikinci, üçüncü bilmem kaçınca maskeli yüzünüzden. Bu arada ben ciddiyim. Sigara paketlerinin üzerine yazdıkları gibi ülkenin hudut kapılarına “öldürür” falan yazmak lazım. “Sağlığa Zararlıdır” yazmalı. Alkol şişelerinin üstüne yazdıkları “alkol dostunuz değildir” ibaresi, bu ülkenin hudut kapılarına da yazılmalı. Bu ülke dostunuz değildir, sizi içten içe kemirir ve yavaş yavaş öldürür. Bu ülke sigaradan ve alkolden daha zararlı. Sinsi bir kanserli hücre gibi yavaş yavaş damarlarımızda çoğalıyor ve ilerliyor. Bazen sindire sindire öldürüyor. Bazen de yolda giderken kör bir kurşuna denk geliyorsun işte. Hiçbir şeyin doğru yapılmadığı ve de atı alanın Üsküdar’ı çoktan geçtiği bir ülke burası anne.

Sıkıldım dertlendim, sevgilimle buluştum. Sonra eve geldim. Demem o ki; bugün de ölmedim anne.

0 YORUMLAR

    Bu KONUYA henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu sen yaz...
YORUM YAZ